Erdoğan rejimi uzatmaları oynuyor

Türkiye'yi saran ekonomik kriz, Türk egemen sınıfını siyasi bir krize itti. Kriz, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve onun ittifak ortağı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) içinde ayrılma ve bölünmelere yol açıyor. Bu olaylar devrimin ayak sesleridir.

[Source]

Kriz derinleştikçe iktidardaki AKP anketlerdeki düşüşünü sürdürüyor, ancak muhalefet partileri de anketlerde yükselmiyor. Bu durum, Türk toplumunda yaşanan radikalleşmeyi ve sistemin krizinden çıkış yolu arayan kitlelerin hiçbir siyasi partiye güven duymadığını ortaya koymaktadır.

Erdoğan iktidarı ilk günlerinde seçmen desteğini ekonomik büyüme temelinde sağlamlaştırdı. Ona uzun bir galibiyet serisi kazandıran da buydu. Ama o günler artık geçmişte kaldı. Erdoğan şimdi çaresizce hayatta kalmasını sağlayacak yolları arıyor. Ana muhalefet partisi, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Erdoğan'ın gerilemesinden yararlanamıyor ve Erdoğan'ın 20 yıllık iktidarına son vermek için altılı bir ittifak kurmuş olsa da, hala 2023'te yapılacak cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerini

daha yeterince seçmen desteğini sağlama alabilmiş değil.

Türk kapitalizmi yıllardır bir krizden diğerine sendeliyor. Ekonomi, 2018'deki ekonomik çöküş ile sarsılırken, dünya ekonomik krizini tetikleyen COVID-19 pandemisi ülkeyi vurdu. Onun ardından Ukrayna'daki savaş geldi.

Ukrayna'daki savaş, enerji ihtiyacının neredeyse tamamını ithal eden Türk ekonomisinde büyük bir enerji şoku yarattı. Bu da enflasyonu körükledi. Resmi enflasyon rakamlarının Mayıs-Haziran döneminde yüzde 60'a ulaşması beklenirken, yükselen enerji fiyatları resmi enflasyonu şimdiden bu seviyenin üzerine çıkardı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), enflasyon oranını yüzde 69,97 olarak veriyor. Ancak bağımsız bir kuruluş olan Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) bunu yüzde 156,86 olarak hesaplıyor. 

Protestolar

Yaşam standartlarının çöküşü ve fiyat artışlarının Türkiye genelinde zamların geri alınmasını isteyen geniş çaplı eylemlere sebebiyet verdi. Rejime karşı kitlelerin öfkesi birikiyor ve toplumun tüm katmanlarında süregelen protestolar yaşanıyor.

Zamlara karşı protestoların çoğu kitlelerin kendi yaşadıkları bölgelerde sokaklara dökülmeleri ile spontane olarak gerçekleşiyor.  Diğer protestolar ise, 'Geçinemiyoruz' sloganıyla sendikalar ve sivil toplum kuruluşları tarafından düzenleniyorlar. Protestolarda kitleler,   faturalarını yakarak “Ödemiyoruz” ve “Faturaları Cengiz Ödesin” sloganlarını yükselterek milyarlarca liralık ödemesi gereken vergileri silinen bir enerji şirketi olan Cengiz’e atıfta bulundular.

Daha önce insanlar, yasal yaptırımlardan korkarak Erdoğan'a karşı konuşmaya çekiniyordu. AKP, sosyal medyadaki en ufak Erdoğan karşıtı paylaşımlardan dolayı sizi hapse atabileceği bir korku ortamı yaratmıştı ve okul çağındaki çocuklar bile öğle aralarında cumhurbaşkanı hakkında kötü konuştukları için gözaltına alındı. Ama şimdi hem ona hem de AKP rejimine karşı bir öfke patlaması var.

Halkın “AKP'den bıktık usandık” diye haykırdığı gösteriler AKP karşıtı sloganlarla dolup taşıyor. Yaşam standartlarına yönelik saldırılar, kitleler üzerinde kapitalizmin doğasına dair artan bir farkındalığa yol açıyor. Kitleler, “Krizi yaratanlar ödesin” yazılı pankartlarla yürüyor. Konuşan bir protestocu, "Ya krizin bedelini bize ödetmeye çalışan bir avuç şirketin kârları için soğuk ve karanlıkta yaşamayı kabul edeceğiz ya da bu faturaları yırtıp atacağız!" diye bağırdı.

Kriz beraberinde işçi sınıfının uyanışını da getirdi. Ülke tarihinin en büyük devrimci hareketinin ortasında olduğu 1970'lerden bu yana en büyük grev dalgasını gördü. Ocak ayından Mart ayına kadar ülkede büyük bir grev dalgası yayıldı, ekonominin tüm sektörlerindeki işçiler greve çıktı. AKP'nin kendi kaleleri olarak nitelediği şehirler de dahil olmak üzere, Türkiye genelinde 2022'nin ilk iki ayında en az 108 grev gerçekleşti.

AKP'nin kalesi Gaziantep'te altı hafta içinde 12.000'den fazla işçinin katıldığı 30'dan fazla grev gerçekleşti. Bu grevlerin çoğu, herhangi bir sendikal örgütlenme olmaksızın kendiliğinden patlak verdi. İşçiler mücadeleleri sırasında birçok ders çıkarıyorlar: üretim süreci için gerekli oldukları; işyerlerinin ve patronlarının kârlarını durdurma gücüne sahip olduklarını; ve güçlerinin sayılarının çokluğundan ve birliklerinden geldiğini görüyorlar. İşçiler mücadelelerini ortak slogan ve istekler altında birleştiriyor ve sermayenin saldırılarına karşı sendikalaşma eğilimi işçiler arasında hız kazandı. Enflasyon yükselmeye devam ederken, işçiler yeni toplu sözleşmeler talep ediyor. Umut-Sen Koordinatörü Başaran Aksu bir röportajda şunları söyledi:

AKP ve MHP'ye oy veren işçiler bile TÜİK'in yaptığı açıklamalara değil, muhalefet medyasında söylenenlere inanıyor. […] Bu nedenle işçiler yeni sözleşmeler imzalayıp ücretlerinin yeniden gözden geçirilmesini istiyor. Aksi halde hayatta kalmaları mümkün değil” dedi.

Son gerçekleşen grevi pekala gölgede bırakabilecek ve yeni bir grev dalgasını başlatabilecek yeni bir toplu sözleşme müzakereleri turu başlamak üzere.

Geçen sonbahardan bu yana, üniversite öğrencileri yükselen kira fiyatlarını ve devlet yurtlarının yetersiz olmasını protesto ediyor. İstanbul'da başlayan “Barınamıyoruz” protestoları hızla ülke çapındaki üniversitelere yayıldı: batı ili Çanakkale’den,   güneydoğudaki Kürt ili Diyarbakır'a kadar. Rejim buna baskıyla karşılık verdi ve binlerce öğrenciyi tutukladı. Ancak yine de hareketi bastırmayı başaramadı.

Nisan ayında ülkenin dört bir yanından emekliler, emekli maaşlarının artırılmasını ve zamların geri alınmasını talep ederek başkent, Ankara'ya, yürüdü. Emekliler defalarca meclise yürüdüler ve kriz boyunca protestolar düzenlediler. Emekliler, rejime öfkelerini şu sloganlarla ifade ettiler: “Zamları geri alın! Zam, zulüm, işte AKP!” ve “AKP'ye teslim olmayacağız” dediler. Ve mücadelelerini emekle birleştirme konusunda büyüyen bir anlayışa işaret ettiler: “Yaşasın emeğin dayanışması!”

Çiftçiler tarafından kendiliğinden gerçekleşen protestolar ülke genelinde patlak verdi, çiftçiler traktörleriyle otoyolları ve yolları kapatıyorlar, enerji ve üretim maliyetlerine yapılan zamları protesto ediyorlar. Protestolar büyürken, ülkenin dört bir yanındaki çiftçiler bir araya gelerek taleplerini iletmek için Ankara'ya yürüdü. Bu çiftçilerin çoğu AKP'nin kalelerinden ve muhafazakar olma eğilimindeler, ancak mevcut koşullar bilinçte bir artışa yol açıyor. Gaziantep'te bir çiftçi şunları söyledi: “50 kilo gübre 400 milyon lira oldu. Din bizi doyurur mu? Hepimiz Müslümanız ama din başka, siyaset başka. […] Ben cebimdeki parayı takip ediyorum, Tayyip ya da Kılıçdaroğlu değil. İnsanlar aç, insanlar yoksul” dedi ve konuşmasını “Yaşasın sosyalizm, yaşasın devrim” diyerek sonlandırdı.

Erdoğan yönetiminin temeli

Erdoğan'ın ekonomik krizi ele alış biçimi, yalnızca AKP tabanının daha da aşınmasına yol açtı. Sonbahardaki ardışık faiz indirimleri, para birimini serbest düşüşe geçirdi. Türk lirası geçen yılı yüzde 45 değer kaybıyla kapattı. Erdoğan, krizi bir “bağımsızlık savaşı” olarak yutturmaya çalışıyor ve enflasyonla mücadele için faiz artırımı talep eden muhalefeti “hükümete saldırmak istemekle” ve “korku tacirliği yapmakla” suçladı.

Gerçek şu ki Erdoğan toplumsal bir patlamadan kurtulmaya çalışıyor. Borç batağında olan ekonomide faiz oranlarını yükseltmek, rejimini ortadan kaldıracak bir iflas patlamasını tetikleyecektir. Son bir yılda 25 milyonun üzerinde iflas gerçekleşti, 2,3 milyonu 2022'nin başından bu yana olmak üzeri. Ancak ekonomiyi ayakta tutmak için faiz oranlarını düşük tutmak ise enflasyonu körükleyerek ücretleri aşındırıyor. Bu da rejimi tehdit eden başka bir ayaklanmaya yol açıyor.

Bu arada Erdoğan rejimi, Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini tüketerek, mevduat koruma programları getirerek, ve “yastık altı altını” hedefleyerek lirayı Aralık ve Ocak aylarında lirayı istikrara kavuşturmayı başardı. Erdoğan, ülkenin cari açığını doldurmaya yetecek kadar dış gelir (turizm dahil) yaratacağını, bunun sonucunda para birimini dengeleyeceğini ve enflasyonu düşüreceğini umarak, bahislerini ucuz Türk ihracatına yatırdı. Planı sürdürülebilir olmasa da, ülke büyük ölçüde Rus enerjisine, ticaretine ve turistlere, ayrıca Ukrayna’dan tahıl ve turistlere bağımlı olduğundan, Rusya tarafından Ukrayna'nın işgali planı ani bir durma noktasına getirdi. Türkiye'nin tek başına doğalgaz ithalat faturasının bu yıl 40 milyar dolara ulaşması bekleniyor ve bu da merkez bankasının 15,96 milyar dolarlık net rezervini gölgede bırakıyor. Bu, savaşın bir sonucu olarak yükselen petrol ve tahıl fiyatlarıyla daha da artıyor.

Erdoğan şimdi çaresizce nakit ve yatırımcı arıyor. Hükümet, ihracatçıları döviz kazançlarının yüzde 40'ını Merkez Bankası’na satmaya zorluyor, bu rakam tedbirin açıklandığı Ocak ayında yüzde 25 olarak belirlenmişti. Tedbir turizm sektörüne de uygulandı.

Rejim, tükenmiş döviz rezervleri ve çok büyük bir dış borçla baş başa kaldı. Buna ek olarak, Erdoğan'ın "ortodoks olmayan" faiz oranı politikası, sermaye kaçışına neden oldu ve dünya ekonomik krizi büyürken, gelişmiş ülkelerin yatırımlarını çekmesi daha da şiddetlendi. Ne kadar denerse denesin, Erdoğan kapitalizmin yasalarına karşı gelemez. Ama o gitse bile yerine kim gelirse aynı krizle karşı karşıya kalacak.

Ülkede krizler yaşanmasına rağmen, Haziran 2023'te yapılması planlanan seçimler, hiçbir bir siyasi seçenek için herhangi bir coşku uyandırmadı.

İktidardaki AKP ve aşırı sağ müttefiki Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) sırasıyla yüzde 25 ve yüzde 5 aralığında anket yapıyor. Bu onlara yüzde 31 oranında birleşik bir oy oranı veriyor, bu da bir cumhurbaşkanı seçmek veya mecliste bir hükümet kurmak için gereken yüzde 51 barajını aşmak için yeterli değil.

Egemen sınıftaki bölünmeler

Erdoğan, parlamentodaki çoğunluğunu kaybettikten sonra 2015'te milliyetçi oyları alabilmek için MHP'ye yanaştı. Ancak iktidarda kalmak için hızla onların desteğine bağımlı hale geldi.

Erdoğan 2002'de ezici bir zaferle iktidara geldiğinde, Türkiye ekonomisi dünyadaki ekonomik patlama sonucu büyürken, Erdoğan popülaritesini sürdürmeyi ve tabanını genişletmeyi başardı. Türkiye 2008'deki dünya ekonomik krizini atlatmayı başardı, ancak Türk ekonomisi büyük ölçüde spekülatif büyümeye bağımlı hale geldi ve tüm bunların hesabı 2013'te geldi.

Ekonomik büyüme yavaşladı, enflasyon ve işsizlik yükselmeye başladı ve para birimi düşüşe geçti. Bu krizler sırasında rejimin kitlelerin yaşam standartlarına yönelik saldırıları, Erdoğan rejiminin sınıfsal yapısını ortaya çıkardı ve tabanını giderek aşındırdı. Bu süreç, COVID-19 pandemisinin yol açtığı krizle hızlandı.

Milyonlar, krizin bedelini ödemek için yoksulluğa itilirken, Kasım 2020 ile Kasım 2021 arasında Türkiye'de 181.000'den fazla yeni milyoner yaratıldı. Erdoğan'ın ve egemen sınıfın zengin yaşamı ve bunun yaygın, büyüyen yoksullukla karşıtlığı, siyasi kutuplaşmayı tetikleyen bir sınıf öfkesi atmosferi yarattıyor.

Yıllar geçtikçe, Erdoğan'ın tabanı aşındıkça ve rejimi zayıfladıkça, siyasi istikrarı sağlamak için devlet aygıtı üzerindeki kontrolünü sıkılaştırmak ve bu süreçte kendi partisi içindeki her türlü muhalefet girişimini ortadan kaldırmak zorunda kaldı. Devlet ve toplumsal kurumları tasfiye etti, tasfiye edilenlerin yerine AKP yandaşlarını getirdi. Zayıflayan rejimini daha da istikrara kavuşturmak için demokratik hak ve özgürlükleri kısıtladı. Erdoğan, 2017'deki anayasa referandumu ile elindeki gücü daha da pekiştirdi. Bunlar zayıflığın işaretleridir. Bütün bu yaptıkları onun yönetimini güçlendirmek şöyle dursun, rejimi meşruiyetinden sıyırarak sadece daha da zayıflattı.

Erdoğan yönetimindeki ülkenin gidişatından duyulan hoşnutsuzluk partinin içine de sızmaya başladı. AKP'nin iki kurucu üyesi Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan, partinin gidişatı konusunda AKP'den ayrılarak kendi partilerini – Gelecek Partisi (GP) ve Demokrasi ve İlerleme Partisi'ni (DEVA) kurdular.

Ekonomik kriz derinleştikçe yönetici sınıfın çeşitli kanatları üzerinde baskı oluşturuyor ve bu gerilim siyasi bölünmelere ve ayrılmalara neden oluyor. Yeniçağ Gazetesi’ın yaptığı habere göre, 40 AKP milletvekili ve 20 eski AKP milletvekili GP ile görüşme halinde.

GP'nin başkan yardımcısı Selçuk Özdağ, bakanların “AKP'nin yanlış yönetildiğini” düşündüklerini bildirdi. Milletvekillerinin kendi seçim bölgelerinde büyük baskı altında oldukları için “AKP kaynıyor” olduğuna dair haberler var. Bu yılın başlarında iki AKP milletvekili, Babacan'ın DEVA Partisi için AKP'den ayrıldı.

Kriz aynı zamanda MHP içinde de kırılmalara yol açıyor. MHP Milletvekili Baki Ersoy, resmi enflasyon rakamlarına itiraz etmesi ve zamlara karşı çıkmasıyla Nisan ayında manşetlere çıktı. Ersoy açığa alındı, ancak görevden uzaklaştırılması sırasında partiden istifa etti. Ersoy'un görevden uzaklaştırılmasının ertesi günü bir diğer MHP Milletvekili Sedat Bilinç, Ersoy'un yaptığına benzer eleştiriler nedeniyle yönetimden "benzer uyarılar aldığını" belirterek partiden istifa etti. Şimdi üçüncü bir MHP milletvekili, Ersoy’un söylediklerini desteklediğini belirtiyor.

Eski bir MHP milletvekiline göre MHP'de “Pandora'nın Kutusu” açılmış olabilir, çünkü

parti içeriden ikiye bölündü söyleniyor: “Bahçeli'nin [MHP'nin lideri] Erdoğan'a koşulsuz desteği MHP içinde büyük bir hoşnutsuzluk yaratıyor.”

Geleneksel olarak Kemalist burjuvazi ve muhalefetteki CHP ile aynı çizgide olan Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nde (TÜSİAD) egemen sınıftaki bir kırılma daha yüzeye çıktı. TÜSİAD, Erdoğan'ın yaptığı faiz indirimlerinin lirayı serbest düşüşe geçirmesinin ardından, Ekim ve Aralık aylarında "düzenleyici ve denetleyici organların bağımsızlığı" ve AKP rejiminin "ekonomi biliminin kurallarına" uyması talebiyle yaptığı ölçülü uyarılardan uzaklaştı. Krizin ülke genelinde ateşlediği kitlesel protestoların ardından TÜSİAD bir 'program' ortaya koydu.

29 Mart'taki Genel Kurul'da, eski başkan ve yönetim kurulu üyesi Tuncay Özilhan, Erdoğan'ın ‘ekonomi düzelecek’ iddialarına doğrudan yanıt verdiği ilk konuşmayı yaptı:

“ ‘Yeni bir krizle karşılaşma ihtimali yok; yakında düzlüğe çıkarız’ varsayımıyla hareket etme lüksümüz yok.” ve “Adeta krizlerin sürekli hale gelmesi, belirsizlik ve öngörülemezlik yeni normalimiz oldu.”

Özilhan daha sonra şunları ekledi:

"“Yaptığımız eleştiriler şahsi değil, siyasidir."

Yani Erdoğan'a verdikleri mesaj, "Bu sadece bir iş ve ne yazık ki sistemimiz için bir tehdit haline geldin".

Zamlara karşı ülke genelindeki patlayan protestolar ve hepsinden öte, ülkeyi kasıp kavuran grev dalgası, burjuvazi için son derece endişe verici bir gelişmedir. Erdoğan'dan kurtulmaları gerektiği sonucuna varmaya başlıyorlar- yoksa kitlelerin devrimiyle karşı karşıya kalacaklar. Kriz yoğunlaştıkça, aşağıdan gelen baskı, tepedeki bu bölünmeleri genişletecek. Burjuvazi, işçi sınıfıyla başa çıkmak ve kendi sistemini kurtarmak için çabalarken, egemen sınıf içindeki gerilimler giderek daha fazla yüzeye çıkacaktır.

Muhalefet (veya eksikliği)

AKP'ye verilen desteğin düşmesine ve partinin zayıflamasına rağmen muhalefete verilen destek artmıyor.

CHP bu kriz karşısında iflasını ve acizliğini bir kez daha kanıtladı. Liderlik AKP'ye karşı gerçek bir muhalefet ortaya koyma girişiminde bile bulunmadı, ekonomik krizin çözümünü “parlamenter sisteme dönülmesine” ve Erdoğan'ın “tek adam yönetimine” son verilmesine indirgemiştir. CHP gittikçe sağa kayıyor. Parti, sağcı-milliyetçi ve dindar adaylar çıkartıyor ve hatta İslami söylemi benimseyerek, Erdoğan'ın tabanına hitap etmek için 'laik' Kemalist köklerinden bile uzaklaştı. Seçim ortakları, aşırı sağ MHP'den ayrılan İyi Parti (İYİ); İslamcı bir parti olan Saadet Partisi (SP); ve muhafazakar Demokrat Parti (DP).

AKP'den ayrılan iki parti, DEVA ve GP'nin eklenmesiyle bile seçimi kazanmak için yeterli oyu toplayamıyor. Altı parti şu anda anketlerde yüzde 40 aralığında bir birleşik oy oranında gösteriliyor - ancak şimdi ile 2023 arasında çok şey değişebilir.

Millet İttifakı (CHP liderliğindeki bu ittifakın adı) 48 sayfalık bir uzlaşma belgesi ortaya koydu, ancak belgenin hiçbir yerinde kitleleri ezen ekonomik krize bir çözüm yoktu. “Tarafların yürüttüğü ekonomik program çalışmaları sonuçlandırıldığında” her partinin “uzmanlarının” bir araya geleceği ve bu çalışmalardan ortak bir ekonomik program oluşturacağı ifade ediliyor. Açlık, yoksulluk ve işsizlikle karşı karşıya kalan milyonlarca insan için ne boş sözler bunlar! Ortaya koydukları belge, kitlelerin acılarından ne kadar kopuk olduklarını gün yüzüne çıkarıyor.

Sonbahardaki döviz krizinin ortasında CHP, bir miting programı ilan ederek kitleleri harekete geçirmeye zorlandı. CHP'yi bile hayrete düşüren bir şekilde, ilk mitinglerine 20.000'den fazla kişi katıldı. Ancak binlerce insanı kitlesel seferberliğe çekme ihtimali CHP için o kadar ürkütücüydü ki, daha fazla miting düzenlemeyi reddettiler. Kılıçdaroğlu (CHP lideri), “Mesleki kuruluşlar, kanaat önderleri, sivil toplum kuruluşları ve gençlerle daha çok görüşmeye ağırlık vereceklerini” söyledi.

CHP, kitlelerin öfkesini güvenli kanallara yönlendirmeye çalışıyor. Kılıçdaroğlu, kitleleri “sokaklarda protesto etmemeye” ve “yurttaşları iktidar partisini değiştirmek için sandığa gitmeye” çağırıyor. CHP, Erdoğan'ın politikalarına katılmasa da, kontrollerinden çıkma ve sistemlerine tehdit oluşturma potansiyeline sahip bir hareketin kıvılcımını çakmaktan daha çok korkuyor. Türkiye'deki ekonomik kriz ne başkanlık sisteminden ne de tek adam yönetiminden değil, Türkiye kapitalizminin krizinden kaynaklandı.

CHP ve diğer muhalefet partilerinin kırılgan AKP'yi yenememelerinin nedeni, kendilerine güvenmeyen kitleler nezdinde inandırıcılıklarını yitirmiş olmalarıdır. AKP seçmeninin çoğu Erdoğan'a sırtını dönmüş olsa da dönecek başka bir alternatif bulamıyorlar. Aksaray'dan miting için yola çıkan bir çiftçi Evrensel Gazetesi'ne “Mesele AKP, CHP, İyi Parti değil, bugünden sonra ekmek partisi var. Kim beni darboğazdan çekip alırsa ona oy veririm. Bunun için HDP’ye dahi oy veririm” dedi.

HDP

Bu siyasi iklimde, Kürt kökenli, sol parti Halkların Demokratik Partisi (HDP) etkili bir muhalefet olma potansiyeline sahiptir. Parti, diğer sol ve aşırı sol  partiler ile üçüncü bir ittifak başlatmaya hazırlanıyor. Tüm sol partilerin gerçek bir sosyalist programa dayalı gerçek bir birleşik cephesi, kitleleri canlandırır. 

HDP önemli demokratik taleplerde bulundu: ulusal ve dini özgürlükler için; kadınların ezilmesine karşı mücadele; adalet ve barış için mücadele vb. Ekonomik sorunları çözmeyi amaçlayan bir dizi yasa tasarısını da meclise sundu: asgari ücretin her üç ayda bir artırılması; her eve 250kW bedava elektrik; KYK borçlarının silinmesi ve öğrenci burslarının 2.500 TL'ye çıkarılması; hükümetin çiftçiler için dizel ve gübre fiyatının yarısını karşılaması; ve asgari emekli maaşının 5.000 TL olarak sabitlenmesi (asgari ücretin çok az üstünde, “açlık sınırının” altında bir rakam) gibi talepleri yükseltti.

Parti, enerji şirketlerinin kamulaştırılması için yasa tasarıları ve vergi adaletinin sağlanması için politikacıları da denetime tabi tutmayı hedefleyen yasaları bile öne sürdü. 

Ancak HDP, işçi sınıfının yararına olacak bu (mütevazı da olsa) reform önerilerini parlamentonun önüne getirirken, ayni zamanda HDP liderliği Millet İttifakı tarafından kabul edilebilme derdinde! HDP, CHP ve Millet İttifakı tarafından dışlanmasına hem itiraz etti hem de haykırıyor! Nitekim HDP, Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayını “prensipler” üzerinde anlaşmaya varıldığı sürece desteklemeye istekli olacağı konusunda açıklamalarını yineledi.

Böyle bir ittifak, sınıf düşmanıyla bir ittifak olacaktır ve Kürt sorununda CHP ile olası işbirliğine karşı konuştukları için susturuldukları iddia edilen bazı HDP üyeleri parti içinde tepkiye yol açtı.

Burjuvazinin sözde liberal kanadıyla bu işbirliği yolunda devam ederse, liderlik en radikal ve ileri katmanları uzaklaştıracak ve yabancılaştıracaktır.

HDP'nin Kürt sorununda egemen sınıfın şu ya da bu kesimiyle anlaşma arayışında olduğuna dair şüpheler var. Bu konuda CHP ile anlaşmaya varılırsa, HDP'nin toplumsal ve ekonomik konularda rıza göstermesi karşılığında Kürt sorununda geçici olarak uzlaşmaya hazır bir parti olarak, Kürtlerin siyasi desteklerini artık kullanamayacakları zaman, çabucak geri dönecek ve Kürtlere de ihanet edecektir. Kürtler, Erdoğan'ın Kürt sorununu siyasi olarak nasıl kullandığını, ancak sonra 180 derece dönüştüğü konusunda acı bir deneyime sahipler.

HDP'nin ülkeyi kasıp kavuran kitlesel grev dalgasına yol gösterememesi, liderlerinin parlamenter anlaşma zihniyetine hapsolduğunu doğruluyor gibi görünüyor. Binlerce işçi fabrikalardan sokağa çıkarken HDP, asgari ücretin üç ayda bir gözden geçirilmesini öngören bir yasa tasarısını meclise taşımakla yetindi. HDP, parlamenter manevralar yapmak yerine sınıf temelli politikalar ortaya koymalı ve tüm işçilerin gücünü sokaklarda seferber etmelidir.

Marksistler olarak fikirlerimizin parlamentoda tanıtılmasına karşı değiliz. Kitleleri uyandırmak ve harekete geçirmek için faydalı bir tribün olabilir. Ancak kitleler hareket halindeyken, parlamenter oyunlara odaklanma, kitlelerin kafasını karıştırabilir ve hareketsizleştirebilir. Parlamenter demokrasinin arkasında patronların ve bankacıların gücü vardır ve hiçbir parlamenter manevra bunun üstesinden gelemez. HDP'nin önerdiği hem demokratik hem de ekonomik talepleri gerçekleştirmenin tek yolu, kitleleri kapitalizmi devirme mücadelesi – devrim için seferber etmektir. 

HDP, toplumun en radikal ve ileri katmanları için bir çekim gücü haline gelirse, bu liderliğinin tüm sınırlamalarına rağmen olacaktır. HDP, işçilerin günlük talepleri için mücadeleyi sosyalizm mücadelesine bağlayan sınıf temelli bir program benimsemiş olsaydı, kimliksel sınırları aşabilir ve Türk ve Kürt işçi sınıfını birleştirebilir, diğer tüm partileri ortadan silip süpürür. İktidarın ekonomik araçlarının bir azınlığın elinde kaldığı bir sistemde, HDP'nin öne sürdüğü demokratik taleplerin hiçbiri ciddi boyutta gerçekleştirilemez.

Birleşik işçi sınıfı tehdidi

Erdoğan rejimi zayıflarken, çaresizce iktidarda kalmanın yollarını arıyor.

Rejim çaresiz bir hamleyle HDP'yi yasaklamak için davayı yeniden açtı. Bu, Kürt karşıtlığının alevlenmesine ve 6 milyon HDP seçmeninin baskılanmasına hizmet edecektir. Türk ve Kürt işçi sınıfını birleştirebilecek potansiyeli olan bir parti, Türk kapitalizmi için tehlikeli bir senaryodur.

Çaresizliğin bir başka göstergesi olarak rejim, seçim manipülasyonu yoluyla ayakta kalmaya çalışıyor. AKP ve MHP seçimleri kaybetme yolunda ilerliyorken, ittifak ortakları son zamanlarda bir partinin meclise girme barajını yüzde 10'dan yüzde 7'ye indiren seçim reformlarını hazırladı. Bu, kendi bekalarını sağlamanın yanı sıra, Millet İttifakı’nın bölünmesine ve zayıflamasına hizmet edecek, özellikle AKP’den ayrılmış olan ve seçmen tabanını buradan oluşturan iki partiyi etkileyecek.

Güçlü adam imajının arkasında, zamanı ve seçenekleri tükenmekte olan, çok zayıf bir rejime sahip çaresiz bir adam var. Erdoğan ve AKP rejimi kolaylıkla devrilebilir ama henüz bir alternatif yok.

Türkiye'de kriz kontrolden çıkmaya başlıyor, azınlık olan zenginler kârlarını korusun ve servetlerini artırabilsin diye nüfusun çoğunluğu yoksulluğa itildi. Kapitalizmde kitlelerin karşı karşıya olduğu sorunların çözümü yoktur. Sadece daha fazla çile vardır. Kitleler 2023'e kadar bekleyemez. Türkiye işçi sınıfı şimdiden harekete geçti ve giderek daha fazla katman, egemen sınıfın saldırılarına karşı mücadele etmek için sokaklara dökülüyor. Sınıf mücadelesi yoğunlaştıkça, daha fazla işçi harekete geçecek. Politik bir alternatifin yokluğunda, işçiler muhtemelen sendika cephesine dönecek ve sendikaları savaşan örgütlere dönüştürmeye çalışacaklardır. Ancak patlak verecek bireysel mücadeleler yoluyla işçiler içgüdüsel olarak devrimci fikirlere ulaşacaklar.

Bu ortaya çıkan, içgüdüsel anlayışa bilinçli bir ifade vermek gerekir. Devrimci bir partinin rolü budur, devrimci bir partinin inşası bugün Türkiye’deki en acil sorundur. İşçilerin karşılaştığı sorunların tek çözümünün enerji şirketlerini, büyük tekelleri ve bankaları zengin bir azınlığın elinden nasıl devralmak gerektiğini açıklayacak en yüksek sınıf bilincine sahip unsurlardan oluşan bir parti inşa etmeliyiz. Kısacası bugün Türkiye'de kitlelerin karşılaştığı sorunları ancak kapitalizmi yıkarak çözebiliriz.

Soru, Türkiye'de devrimci bir patlamanın olup olmayacağı değil, ne zaman olacağıdır. Sri Lanka'da olan durum, Türkiye için geleceğe bir bakıştır. Dayanılmaz koşullara karşı kitleler sokaklara döküldü. Türkiye'de de aynı şartlar hazırlanıyor. Ama böyle bir durum, kendisine rehberlik edecek net bir programı olan devrimci bir örgüt olmadan ortaya çıkarsa, kitlelerin enerjisi, onu tutacak bir piston kutusu olmayan buhar gibi dağılabilir.

Ortadoğu'nun en büyük ve en güçlü işçi sınıfı olan Türkiye işçi sınıfı sahneye girdi ve muazzam bir mücadeleye hazırlanıyor, ancak kendisini zafere taşıyacak bir liderliğe ihtiyacı var. Devrimci bir program aracılığıyla işçiler orta sınıfı, öğrencileri, çiftçileri ve yoksulları kendine çekebilir ve kapitalistleri ve sistemlerini tarihin çöplüğüne atabilir. Bu bizim en acil görevimizdir.