Diyalektik Materyalizm

Bir dizi Marksist teorik çalışma rehberinin ilkini yayınlıyoruz. Amaç, Marksizmin temel fikirlerinin genel bir açıklamasını, daha fazla okuma kılavuzu ve bu fikirler etrafında tartışma grupları düzenlemeye yardımcı olacak noktalar ile sağlamaktır. Marksizmin felsefesi olan diyalektik materyalizmle başlıyoruz.

[Read in English]

Giriş

Marksizm veya Bilimsel Sosyalizm, ilk olarak Karl Marx (1818-1883) ve Friedrich Engels (1820-1895) tarafından geliştirilen fikirler bütününe verilen addır. Bütünlükleri içinde, bu fikirler, işçi sınıfının daha yüksek bir insan toplumu biçimine - sosyalizme - kavuşması için tepeden tırnağa işlenmiş teorik bir temel sağlar.

Marksizm teorisi, genel olarak felsefeye, sosyal tarihe ve ekonomiye karşılık gelen üç ana başlık altında toplanır - Diyalektik Materyalizm, Tarihsel Materyalizm ve Marksist Ekonomi. Bunlar, Lenin'in yazdığı ünlü “Marksizmin Üç Kaynağı” dır.

Sosyalist Eğitim Serisi, Marksist teori üzerinde çalışmayı daha da ilerletmek için başlatıldı. Konuya giriş yaparak, daha fazla okuma ve çalışma yapmak için motive edici olduğunu umduğumuz Marksist metinlerle birlikte Marksist fikirleri öğrenmek isteyen herkese yardımcı olmak amaçlanmaktadır. Bu Sosyalist Eğitim kılavuzlarının ilkinde, Diyalektik Materyalizm üzerine bir dizi kaynak seçimi sunuyoruz. Diğer “bileşen kısımlar” ve temel sorular, gelecekteki konularda ele alınacaktır. Kılavuzlar, bireysel çalışma için veya Marksist bir tartışma grubunun temeli olarak kullanılmaya uygundur.

Bu Diyalektik Materyalizm çalışmasına başlarken editörler, Rob Sewell tarafından yazılan bir giriş makalesi yayınlıyor. Bu metin konuya iyi bir başlangıç oluşturmakla birlikte, Marx, Engels, Lenin, Trotsky, Plekhanov gibi Marksist önderlerin diğer felsefi eserlerini incelikle ele alarak ilerlemenin yerini tutamaz.. Ne yazık ki Marx ve Engels, niyet etseler de diyalektik materyalizm üzerine hiçbir zaman kapsamlı bir çalışma yazmamışlardır. Engels, ölümünde, diyalektiğin ve doğanın, insan toplumunun ve insan düşüncesinin hareket yasalarının açıklamasını yapmaya niyetlendiği bir yığın el yazması bıraktı. Bunlar daha sonra “Doğanın Diyalektiği” olarak yayınlandı. Kaba, tamamlanmamış hallerinde bile, bu notlar Marksizmin yöntemi ve bilimlerle ilişkisi hakkında parlak bir fikir veriyor.

Yeni okur, bu yazılarda ifade edilen bazen zor ve soyut fikirleri görüp yılgınlığa kapılmamalıdır. Başlangıçtaki zorluk ne olursa olsun, azmetmek büyük ödüller kazandırır. Marksizm, kendi terminolojisine sahip bir bilimdir ve bu nedenle yeni başlayanlardan ağır taleplerde bulunur. Bununla birlikte, her mücadele etmek isteyen ciddi işçi ve öğrenci, fedakarlık olmadan elde edilen bir şeyin değerli olmadığını bilir.

Marksist fikirler, düşünen ve sorgulayan işçilere kapsamlı bir anlayış sağlar. Toplumun emekçi halk tarafından fethi için temel bir ön koşul olarak, Marx ve Engels'in teorilerini kendi başına fethetmek her işçinin ve öğrencinin görevidir.

İçindekiler

Felsefeye ihtiyacımız var mı?

Formel Mantığın Sınırları

İdealizme Karşı Materyalizm

Diyalektik ve Metafizik

Niceliğin Niteliğe Dönüşmesi (ve tam tersi)

Zıtların Birliği

Olumsuzlamanın Olumsuzlanması

Hegel ve Marx

Materyalist Diyalektiğin ABC'si, Trotsky

Ludwig Feuerbach ve Klasik Felsefenin Sonu, Engels

Marksizmin Üç Kaynağı (alıntı), Lenin

Lenin'in Toplu Eserleri:

- CİLT 38, s. 359: Diyalektik Meselesi Üzerine

- CİLT 38, s. 221 - 222 Diyalektiğin Özeti

Diyalektik Materyalizm Üzerine Sorular: Önerilen Okuma Listesi

İşçinin teori mücadelesinin yolunda engeller olduğunu biliyoruz. Uzun saatler işte çalışmak zorunda kalan, iyi bir eğitim almamış ve dolayısıyla okuma alışkanlığından yoksun bir insan, özellikle başlangıçta daha karmaşık fikirlerin bazılarını özümsemekte büyük zorluklarla karşılaşır. Yine de Marx ve Engels'in yazdığı şey işçiler içindi, “zeki” akademisyenler için değil. Hangi bilimden bahsediyor olursak olalım “her başlangıç ​​zordur.” Sebat etmeye hazır olan sınıf bilincine sahip işçilere şu söz verilebilir: Pek de aşina olmadığımız bu yeni fikirlerin üstesinden gelmek için ilk adım atıldığında, Marksizm teorilerinin temelde açık ve basit olduğu keşfedilecektir.

Marksizmin temel kavramları bir kez fethedildiğinde, siyasete, sınıf mücadelesine ve hayatın her alanına yepyeni bir bakış açısı açarlar.

Diyalektiğe daha ileri bir giriş olarak, bu makalede Trotsky’nin Diyalektik Materyalizmin ACB'sini, yine Trotsky’nin “Diyalektik Materyalizmin Bir Zaferi” eserini, Lenin'in Marksizmin Üç Kaynağı kitabının bazı bölümlerinden alıntıları, Lenin'in Diyalektiğin Öğeleri ve Engels'in Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu'ndan alıntılar yayınlıyoruz.

Daha fazla çalışma için, Engels'in aşağıdaki çalışmalarını, özellikle Anti-Duhring'in 12. ve 13. bölümleri, Doğanın Diyalektiği'ne giriş ve Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu’nu öneriyoruz.

Daha derinlere inmek isteyenler Plehanov'un Monist Tarih Görüşü, Lenin'in Materyalizm ve Ampiriyo-Eleştirisi ile Felsefe Defterlerini okuyabilir. Bu kitaplar okunması kolay olmasa da, üzerinde incelikli çalışılırsa sonuç oldukça ödüllendirici olacaktır.

Editörler,

Ekim 2002

Felsefeye İhtiyacımız Var mı?

Bilimsel Sosyalizm veya Marksizm üç bileşenden oluşur: Diyalektik Materyalizm, Tarihsel Materyalizm ve Marksist Ekonomi. Bu serinin ilk örneği olan bu broşür Diyalektik Materyalizm yani Marksizmin temel yöntemi olan bu kavrama bir giriş niteliğindedir.

Marksist felsefeden habersiz olanlar için diyalektik materyalizm belirsiz ve zor bir kavram gibi görünebilir. Bununla birlikte, bu yeni şeylere bakmak için zaman ayırmaya hazırlananlar için, içinde yaşadığımız dünyanın gizemleri hakkında bir kavrayış ve anlayışa yol açacak devrimci bir bakış açısı keşfedeceklerdir. Diyalektik materyalizmi kavramak, Marksizmin temel doktrinini anlamanın bir ön koşuludur. Diyalektik materyalizm, bize bilimsel ve kapsamlı bir dünya görüşü sağlayan Marksizmin bir fikridir. Bütün Marksist doktrinin üzerine kurulduğu felsefi temel ve yöntemdir.

Engels'e göre diyalektik “en iyi çalışan aracımız ve en keskin silahımızdır.” Marksistler olarak bizim için de, işçi sınıfı hareketi içindeki eylem ve faaliyetlerimiz için bir rehberdir. Gerçekleşen karmaşık olayları ilişkilendirmemizi sağlayan ve dünyamızı şekillendiren temel süreçleri anlamamıza imkan verenbir pusula veya haritaya benzer.

İster hoşunuza gitsin ya da gitmesin, bilinçli veya bilinçsiz olarak herkesin bir felsefi fikri vardır. Felsefe en basit tabirle dünyaya bakmanın bir yoludur. Kapitalizm altında, kendi bilimsel felsefemiz olmadan, kaçınılmaz olarak egemen sınıfın egemen felsefesini ve içinde yaşadığımız toplumun önyargılarını benimseriz. “İşler asla değişmeyecek” demek, bir şeyleri değiştirmenin gereksizliğini ve hayatta bize düşen payımızı kabul etme ihtiyacını yansıtan yaygın bir kaçamak fikirdir. “Aynı tas aynı hamam” ve aynı muhafazakar bakış açısını yansıtan “Tarih tekerrürden ibarettir” gibi başka deyişler de vardır. Tam tersi olarak Marx'ın açıkladığı fikirler, insanların bilinçlerinde ezici bir ağırlık oluşturarak yer eder.

Tıpkı feodal topluma karşı olan devrimde ortaya çıkan burjuvazinin, eski feodal aristokrasinin muhafazakar fikirlerine meydan okuması gibi, işçi sınıfının yeni bir toplum için mücadelesinde, kendi zalimi olan kapitalist sınıfın baskın fikirlerine meydan okuması gerekiyor. Tabii ki, egemen sınıf, kitle iletişim araçları, basın, okul, üniversite üzerindeki tekel kontrolüyle sömürü sistemini bilinçli olarak “toplumun doğal biçimi” olarak göstermeye çalışır. Baskıcı devlet aygıtının “silahlı kolluk kuvvetleri” kapitalist sistemi sürdürmek için yeterli değildir. Burjuva toplumunun baskın fikirleri ve ahlakı, yönetici sınıfın maddi çıkarlarının hayati bir savunması olarak hizmet eder. Bu güçlü ideoloji olmadan, kapitalist sistem bu kadar uzun bir süre dayanamazdı.

“Şu ya da bu şekilde,” diyor Lenin, “tüm resmi ve liberal bilim ücretli köleliği savunuyor ... Ücretli bir köle toplumunda bilimin tarafsız olmasını beklemek, sermayedarların kârlarını azaltarak işçilerin yararına onların ücretlerini artıracaklarını beklemek kadar aptalca ve naif bir fikirdir.”

Resmi burjuva ideolojisi, kapitalizm için ölümcül bir tehlike olarak gördüğü Marksizme karşı amansız bir savaş yürütüyor. Burjuva yazarlar ve profesörler, Marksizmi, özellikle de diyalektiği itibarsızlaştırmak için sürekli bir propaganda akışı ortaya koyuyorlar. Bu, özellikle Berlin Duvarı'nın yıkılmasından sonra gittikçe hararetlenen ve Marksizme, komünizme, devrime ve benzer fikirlere karşı olan şiddetli ideolojik saldırılarla beraber gittikçe artmıştır. “Marksizm öldü", defalarca dini bir büyü gibi ilan edilen bir slogandır. Fakat Marksizm, bu cadı avına boyun eğmeyi reddediyor! Marksizm, işçi sınıfının toplumu değiştirme konusundaki bilinçsiz iradesini yansıtır. Kaderi proletaryanın kendi akıbeti ile bağlantılıdır.

Kapitalizmin apologları, emek hareketi üzerindeki gölgeleri ile birlikte, sürekli olarak sistemlerinin doğal ve kalıcı bir toplum biçimi olduğunu iddia ederler. Öte yandan, diyalektik hiçbir şeyin kalıcı olmadığını ve her şeyin zamanla yok olduğunu iddia eder. Böyle bir devrimci felsefe, kapitalist sistem için derin bir tehdit oluşturur ve bu nedenle ne pahasına olursa olsun itibarsızlaştırılmalıdır. Bu, hergün farklı bağlamlarda karşımıza çıkan sistemli anti-Marksist propagandanın nedenini açıklamaktadır. Ancak bilim ve bilgide atılan her ileri adım, diyalektiğin doğruluğunu kanıtlamaya hizmet eder. Milyonlarca insan için kapitalizmin büyüyen krizi giderek Marksizmin geçerliliğini ortaya koyuyor. Nesnel durumun etkileri işçi sınıfını bir çıkış yolu aramaya zorluyor. Lenin bu bağlamda diyalektik için “Hayat öğretir” der.. Bugün, Komünist Manifesto'nun ünlü deyişine atıf yaparsak: “Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor - Komünizm hayaleti.”

İşçi sınıfının kurtuluşu için verilen mücadelede Marksizm, kapitalizme ve onun sömürü sistemini yani “piyasa ekonomisini” savunan ve haklı gören ideolojisine karşı amansız bir savaş yürütmektedir. Fakat Marksizm bundan daha fazlasını da yapar. Marksizm, işçi sınıfına “herhangi bir batıl inanç, gericilik ya da burjuva baskısına karşı; uzlaşmaz bir bütünsel dünya görüşü” sağlar.(Lenin) Kapitalizmin altında yatan çelişkileri ortaya çıkarmaya ve işçi sınıfının kendi kurtuluşunu nasıl başarabileceğine dair bir yol haritası oluşturmaya çalışır. Diyalektik materyalizm, Rus Marksist Plehanov'un sözlerine atıf yaparsak “bir öngörüden öte, eylem felsefesi” dir.

Formel Mantığın Sınırları

İnsanlar rasyonel bir şekilde düşünmeye çalışırlar. Mantık (Yani Logic, Yunanca logostan, yani kelime veya akıldan gelir) düşünme yasalarının bilimidir. Ne düşünürsek düşünelim ve hangi dilde ifade edersek edelim, fikirlerimiz mantığın gereklerini yerine getirmelidir.. Bu gereksinimler düşünce yasalarına, mantık ilkelerine yol açar. 2000 yılı aşkın bir süre önce, bugünkü eğitim kurumlarımızın temelini oluşturan resmi mantık sistemini formüle eden Yunan filozofu Aristoteles (384 - 322BC) idi. Yargılara ulaşmak için nasıl doğru bir şekilde mantık yürütmemiz gerektiğini, ifadelerin nasıl birleştirildiğini ve onlardan nasıl sonuç çıkarıldığını kategorize etti. Üç temel mantık kanunu ortaya koydu: Özdeşlik İlkesi (A = A), Çelişiklik ilkesi (A, A olmayan değildir. Bir şey, aynı zamanda hem kendisi hem başka bir şey olamaz.) ve Üçüncünün Olmazlığı İlkesi (A ile A olmayan arasında, üçüncü bir imkan yoktur. Bir önerme ya doğrudur, ya yanlıştır, ikisinin dışında üçüncü bir hal yoktur.).

Formel mantık iki bin yıldan fazla bir süredir var olmaya devam ediyor. Deneyin ve modern bilimin büyük ilerlemelerinin temelini oluşturdu. Matematiğin gelişimi bu mantığa dayanıyordu. Bir çocuğa bunlar olmadan toplamayı öğretemezsiniz. Bir artı bir üç değil, ikiye eşittir. Formel mantık sağduyuya dayalı akıl yürütme gibi görünebilir ve gündelik milyonlarca işin yürütülebilmesini sağlar, ancak - ve oldukça keskin- sınırlamaları vardır. Genişletilmiş süreçlerle veya karmaşık olaylarla uğraşırken, formel mantık tamamen yetersiz bir düşünme şekli haline gelir. Bu özellikle hareket, değişim ve çelişki konularını ele alırken geçerlidir. Formel mantık olayları sabit ve hareketsiz olarak görür. Tabii ki, bu formel mantığın günlük yararlılığını reddetmek anlamına gelmez, aksine onun sınırlarını tanımamız gerekir.

“Diyalektik ne kurgu ne de mistisizmdir,” diye yazdı Leon Trotsky, “ama yaşamın günlük sorunlarıyla sınırlı olmadığı, daha karmaşık ve uzun soluklu süreçlerin anlaşılmasına ulaşmaya çalıştığı sürece, düşüncemizin biçimlerinin bilimidir. “Diyalektik ve formel mantık arasındaki ilişki yüksek ve basit matematik arasındaki ilişkiye benzer. “ (Materyalist Diyalektiğin ABC'si)

Modern bilimin gelişmesiyle, tüm canlıların türlere ve sınıflara ayrıldığı sınıflandırma sistemi (Linnaeus), formel mantığa dayanıyordu. Bu, geçmiş zamanlarla karşılaştırıldığında biyoloji için büyük bir atılımdı. Fakat bu sistem kati ve sabit bir sistemdi, zaman içinde katı kategorileri ile sınırlamaları ortaya konuldu. Özellikle Darwin, evrim yoluyla bir türün başka bir türe dönüşmesinin mümkün olduğunu göstermiştir. Sonuç olarak, bu yeni gerçeklik anlayışını sağlamak için katı sınıflandırma sisteminin değiştirilmesi gerekiyordu.

Aslında, formel mantık sistemi çöktü. Bu çelişkilerle baş edemedi. Öte yandan, diyalektik - değişimin mantığı - doğa ya da toplumda mutlak ya da sabit kategorilerin olmadığını açıklar. Engels, ördek gagalı platypus'a (ornitorenk), bu geçiş formuna dikkat çeker ve bu türlerin daha önce geliştirilen katı sınıflandırma sisteminde tam olarak hangi kategoriye düştüğünü sorar.!

Dünyayı bir hazır şeyler kompleksi olarak değil, kesintisiz bir oluş ve yok oluş dönüşümünden geçen bir süreçler kompleksi olarak gören evrim ve değişim yasalarını ancak diyalektik materyalizm açıklayabilir. Trotsky, “Kaba (Vülger) düşüncedeki temel kusur,” diye yazıyordu, “sonsuz hareketten oluşan gerçekliğin hareketsiz izleriyle yetinmek istemesidir.”

Diyalektik materyalizmin ana ilkelerine bakmadan önce, materyalist bakış açısının kökenlerine bir göz atalım.

İdealizme Karşı Materyalizm

Lenin, “Marksizmin felsefesi materyalizmdir” diye yazmıştır çalışmalarında. Felsefenin kendisi iki büyük ideolojik kampa ayrılabilir: materyalizm ve idealizm. Devam etmeden önce, bu terimlerin bir açıklamaya ihtiyacı vardır. Başlangıç olarak, materyalizm ve idealizmin, materyalizmin maddi açgözlülük ve dolandırıcılık (kısaca günümüz kapitalizminin ahlakı) ve idealizmin yüksek idealler ve erdem ile ilişkilendirildiği günlük kullanımlarıyla hiçbir ortak yanı yoktur. Aslında, gerçeklik bunun tam tersidir!

Felsefi materyalizm, yalnızca maddi dünyanın var olduğunu açıklayan bakış açısıdır. Cennet ya da cehennem yoktur. Her zaman var olan ve herhangi bir doğaüstü varlığın yaratımı olmayan evren, sürekli bir akış süreci içindedir. İnsanlar doğanın bir parçasıdır ve kökenleri yaklaşık 3.6 milyar yıl önce cansız bir gezegenden yayılan daha düşük yaşam formlarından evrimleşmiştir. Yaşamın evrimi ile, belirli bir aşamada, sinir sistemi olan hayvanların ve nihayetinde büyük bir beyne sahip olan insanların gelişimi geldi. İnsanlarla birlikte insan düşüncesi ve bilinci ortaya çıktı. Yalnızca insan beyni kompleks fikirler üretebiliyor, yani düşünebiliyor. Dolayısıyla ezelden beri var olan madde, akıldan ve insandan bağımsız olarak var olmuştur ve var olmaya devam etmektedir. Madde, onlar hakkında herhangi bir farkındalık ortaya çıkmadan veya canlı organizmalar ortaya çıkmadan çok önce vardı.

Materyalistlere göre, maddi bir varlığın parçası olan canlı beyin dışında bir bilinç yoktur. Varlıksız bir zihin saçmalıktır. Madde aklın bir ürünü değildir, ama aklın kendisi maddenin en yüksek ürünüdür. Fikirler, bizi çevreleyen bağımsız maddi dünyanın bir yansımasıdır. Aynaya yansıyan şeyler, varlıkları için bu yansımaya bağlı değildirler.. Engels, “Bütün fikirler deneyimlerden elde edilir, gerçekliğin -doğru ya da çarpıtılmış- yansımalarıdır” der. Ya da Marx'ın sözlerini kullanmak gerekirse, “Hayat bilinç tarafından değil, bilinç hayat tarafından belirlenir.”

Marksistler aklın, bilincin, düşüncenin, iradenin, duygunun veya duyumun gerçek olduğunu inkar etmezler. Materyalistlerin inkar ettiği şey, “akıl” denen şeyin varlıktan ayrı olarak var olduğudur. Akıl varlıktan ayrı değildir. Düşünce, düşünme organı olan beynin ürünüdür.

Ancak bu, bilincimizin doğanın cansız bir aynası olduğu anlamına gelmez. İnsan çevresiyle ilişki kurar; çevrelerinin farkındadırlar ve buna göre tepki verirler; karşılığında, çevre de onlara tepki verir. İnsanlar maddi koşullardan köklerini alırken, genelleme yapar ve yaratıcı düşünürler. Böylelikle maddi çevrelerini de değiştirirler.

Öte yandan, felsefi idealizm, maddi dünyanın gerçek olmadığını, sadece fikir dünyasının yansıması olduğunu belirtir. İdealizmin farklı biçimleri vardır, ancak hepsi özünde fikirlerin birincil ve maddenin, eğer varsa, ikincil olduğunu açıklar. İdealistler için fikirler maddeden, doğadan ayrılır. Bu, Hegel'in Mutlak İdea ya da Tanrı'ya karşılık gelen kavramıdır. Felsefi idealizm, şu ya da bu şekilde, din ve hurafelerin savunulmasına veya desteklenmesine giden yolu açar. Bu bakış açısı yalnızca yanlış olmakla kalmaz, aynı zamanda son derece tutucudur ve bizi dünyanın “gizemli yollarını” asla anlayamayacağımız yolundaki karamsar sonuca götürür. Oysa materyalizm, insanların sadece gerçek dünyayı gözlemlemekle kalmayıp aynı zamanda onu değiştirebileceğini ve bunu yaparak kendilerini de değiştirebileceklerini ortaya koyar.

İdealist dünya görüşü, fiziksel ve zihinsel emek arasındaki iş bölümünden doğmuştur. Bu bölünme, toplumun bir bölümünü fiziksel çalışmadan kurtardığı ve onlara bilim ve teknolojiyi geliştirmeleri için zaman tanıdığı için muazzam bir ilerleme oluşturdu. Ancak, fiziksel emekten uzaklaştıkça fikirleri daha soyut hale geldi. Düşünürler fikirlerini gerçek dünyadan ayırdıklarında, giderek soyut “saf düşünce” tarafından tüketildiler ve sonunda her türlü fanteziye kapıldılar. Bugün, kozmoloji, her türden tuhaf ve harika, zaman zaman hatalı teorilere yol açan karmaşık-soyut matematiksel kavramlar tarafından yönetiliyor: Büyük patlama teorisi, zamanın başlangıcı, paralel evrenler, vb. Pratikten her kopuş, tek taraflı bir idealizme yol açar.

Materyalist bakış açısının, antik Yunanlı Anaksagoras (MÖ 500-428) ve Demokritos'a (MÖ 460-370) kadar uzanan derin bir geçmişi vardır. Antik Yunanistan'ın çöküşüyle birlikte, bu rasyonel bakış açısı bütün bir tarihsel çağ boyunca kesintiye uğradı ve ancak Hıristiyan Orta Çağ'ın çöküşünün ardından rasyonal düşüncenin yeniden uyanması sonrasında felsefe ve doğa bilimi yeniden canlanabildi. On yedinci yüzyıldan itibaren modern materyalizmin evi İngiltere'ydi. Marx, “İngiliz materyalizminin gerçek atası Bacon'dur.” diye yazmıştır. Francis Bacon'un (1561 - 1626) materyalizmi daha sonra Thomas Hobbes (1588 - 1679) tarafından sistemleştirildi ve geliştirildi, onun fikirleri de John Locke (1632 - 1704) tarafından geliştirildi. Hobbes, maddenin düşünme yeteneğine sahip olabileceğini zaten düşünüyordu. İnsan düşüncesindeki bu ilerlemelerin, burjuvazinin yükselişi ve bilimdeki, özellikle mekanik, astronomi ve tıptaki büyük ilerlemelerle kesişmesi tesadüf değildir. Bu büyük düşünürler, on sekizinci yüzyılın parlak Fransız materyalist okuluna, özellikle de René Descartes'a (1596 - 1650) atılım sağladılar.

1789 Büyük Fransız Devrimi'nin amentüsü haline gelen onların materyalizmi ve rasyonalizmiydi. Bu devrimci düşünürler hiçbir dış otorite tanımadılar. Dinden doğa bilimlerine, toplumdan siyasi kurumlara kadar her şey en keskin eleştiriye maruz kaldı. Akıl her şeyin ölçüsü oldu.

Holbach (1723 - 1789) ve Helvetius tarafından sürekli olarak savunulan bu materyalist felsefe devrimci bir felsefeydi. Holbach, “Evren, var olan her şeyin engin birliğidir, her yerde bize sadece hareket halindeki maddeyi gösterir” diyor. “Var olan bu kadardır ve yalnızca sonsuz ve sürekli bir nedenler ve eylemler zinciri gösterir; bu nedenlerin bir kısmını hemen duyularımıza çarptığı için biliyoruz; diğerlerini ise ancak sonuçlar aracılığıyla bize etki ettikleri için bilebiliyoruz.”

Bu rasyonel felsefe, devrimci burjuvazinin kilise, aristokrasi ve mutlak monarşiye karşı mücadelesinin ideolojik bir yansımasıydı. Eski düzenin ideolojisine yönelik şiddetli bir saldırıyı temsil ediyordu. Sonunda, aklın krallığı, burjuvazinin idealize edilmiş krallığından başka bir şey olmadı. Burjuva mülkiyeti insanın temel haklarından biri haline geldi. Devrimci materyalistler yeni burjuva toplumuna ve yeni özel mülkiyet biçimlerinin egemenliğine zemin hazırladı. “Farklı zamanlar, farklı koşullar, farklı bir felsefe,” diyor Denis Diderot (1713 - 1784).

Yeni materyalizm, devrimci bir ilerleme olmasına rağmen, çok katı ve mekanik olma eğilimindeydi. Bu yeni filozoflar kiliseye saldırdılar ve ruhun kendi kendine yeterliliğini reddettiler. İnsanın diğer tüm hayvanlar ve inorganik varlıklar gibi sadece maddi bir varlık olduğunu iddia ettiler. İnsan diğer varlıklardan daha karmaşık ve daha titiz bir mekanizma olarak kabul edildi. Denis Diderot'a göre, D'Alembert ile yaptığı konuşmadan alıntılarsak, “Bizler duygu ve hafıza ile donatılmış aygıtlarız.”

Fransız materyalistlerine göre bilginin kökeni - nesnel gerçeğin keşfi - doğanın duyularımız üzerindeki etkisinde yatar. Gezegenlerin ve insanın güneş sistemi içindeki yeri ve doğanın kendisi sabitti. Onlar için bu, her şeyin mantıksal statik yerinin olduğu ve hareket dürtüsünün dışarıdan geldiği, saat gibi işleyen bir dünyaydı. Bütün yaklaşım, materyalist olmakla birlikte mekanikti ve dünyanın yaşayan gerçekliğini kavrayamadı. Evreni bir süreç olarak, maddeyi ise sürekli değişim içinde olarak kavrayamadı. Bu zayıflık, maddi dünya ile fikirler dünyası arasında yanlış bir ikiliğe yol açtı. Bu ikililik ise idealizme kapı açtı.

Diğerleri, evrenin saf ruh veya saf madde olmayan tek bir sistem olduğu konusunda tekçi bir görüşe sahipti. Spinoza böyle bir sistem geliştiren ilk kişiydi. Bir Tanrı'ya ihtiyaç olduğunu görürken, evren baştan sona tamamen maddi olan tek bir sistemdi.

Diyalektik ve Metafizik

Marksist dünya görüşü sadece materyalist değil, aynı zamanda diyalektiktir. Diyalektiğe saldıranlar için diyalektik, tamamen mistik ve dolayısıyla alakasız bir şey olarak tasvir edilir. Ancak bu durum kesinlikle böyle değildir. Diyalektik yöntem, basitçe, birbirine bağımlı somut dünyamızı daha açık bir şekilde anlama girişimidir. Engels, Anti-Duhring'de diyalektik, “doğa, insan toplumu ve düşüncenin genel hareket ve gelişme yasalarının biliminden başka bir şey değildir” der. Basitçe söylemek gerekirse, hareketin ve değişimin altında yatan mantıktır.

Durağan bir dünyada yaşamadığımız çoğu insan için açıktır. Aslında doğadaki her şey sürekli bir değişim halindedir. Engels, “Hareket, maddenin varoluş biçimidir” diyor. “Hiçbir yerde hareketsiz madde olmamıştır, olamaz da.” Dünya sürekli olarak kendi ekseni etrafında döner ve kendisi de güneşin etrafında döner. Bu, gece ve gündüz ve yıl boyunca yaşadığımız farklı mevsimlerle sonuçlanır. Doğarız, büyürüz, yaşlanırız ve sonunda ölürüz. Her şey hareket ediyor, değişiyor, yükseliyor ve gelişiyor ya da geriliyor ve yok oluyor. Herhangi bir denge durumu yalnızca görecelidir ve yalnızca diğer hareket biçimleriyle ilişkili olarak bir anlama sahiptir.

“Genel olarak doğayı ve insanlık tarihini ya da kendi entelektüel faaliyetimizi göz önünde bulundurduğumuzda ve üzerinde düşündüğümüzde, ilk önce hiçbir şeyin olduğu gibi kalmadığı sonsuz bir ilişkiler ve tepkiler, permütasyonlar ve kombinasyonlar karmaşasının resmini görürüz. Her şey hareket ediyor, değişiyor, var oluyor ve yok oluyor” diyor Engels. “Dolayısıyla, önce resmi bir bütün olarak görürüz, resmin tekil parçaları arka planda kalır; şeylerin hareket, geçiş ve bağlantılarını gözlemlemektense genel devinim, değişim, ve birleşimlerini gözlemleriz. Bu ilkel, naif ama özünde doğru dünya anlayışı, eski Yunan felsefesinin anlayışıdır ve ilk olarak Herakleitos tarafından formüle edilmiştir: her şey vardır ve yoktur, çünkü her şey akışkandır, sürekli değişir, sürekli var olur ve hareket eder. “

Yunanlılar, doğa bilimlerinde bir dizi devrimci keşifler ve ilerlemeler yaptılar. Anaksimandros bir dünya haritası hazırladı ve kozmoloji üzerine sadece birkaç parçasının günümüze ulaşabildiği bir kitap yazdı. Antikythera adı verilen mekanizma, MÖ 1. yüzyıla tarihlenen saat mekanizmalı bir planetaryumun kalıntısıdır. Zamanın sınırlı bilgisi göz önüne alındığında, bunların çoğu ilham verici tahminlerdi. Köle toplumu altında, bu dahice icatlar üretken bir şekilde kullanılamadı ve sadece eğlence amaçlı oyuncaklar olarak kabul edildi. Doğa bilimlerindeki temel gelişmeler, on beşinci yüzyılın ortalarında gerçekleşti. Yeni araştırma yöntemleri, doğanın, nesnelerin ve süreçlerin sınıflandırılmasına izin vererek, alt dallara ayrılması anlamına geliyordu. Bu muazzam miktarda veri sağlarken, varlıklar yaşam ortamlarında değil, yalıtılmış olarak analiz edildi. Bu, ampirizmin ayırt edici özelliği haline gelen dar, katı, metafiziksel bir düşünce tarzı üretti. “Gerçekler” en önemli özellik haline geldi.

“Metafizikçiye göre şeyler ve onların zihinsel refleksleri, münferittir, birbiri ardına ve birbirinden ayrı düşünülmelidir, araştırma nesneleri sabittir, katıdır, bir kez ve herkes için verilidir", der Engels. Metafizikçiler kesinlikle uzlaşmaz karşıtlıklar içinde düşünüyor.” Onların olaylara ve gelişmelere verecekleri cevaplar “evet ya da hayırdan ileriye gidemez “; çünkü bu cevaplardan daha derinlere inilmesi kötülükleri getirir.' Onlara göre bir şey ya vardır ya da yoktur; bir şey aynı anda hem kendisi hem de başka bir şey olamaz. Pozitif ve negatif kesinlikle birbirini dışlar; neden ve sonuç birbiri ile katı bir antitez olarak durur.

“İlk bakışta bu düşünme tarzı bize çok parlak bir fikirmiş gibi görünüyor, çünkü bu sözde sağduyusal düşünceye ait. Metafizik düşünce tarzı, er ya da geç, tek yanlı, sınırlı, soyut hale geldiği bir sınıra ulaşır ve çelişkiler içinde kaybolur. Bireysel şeyler üzerinde değerlendirmeler yaparken, aralarındaki bağlantıyı unutur; varlıklarını düşünürken o varlığın başlangıcını ve sonunu unutur; sükûnetlerinden, hareketlerini unutur. Tek tek ağaçlara odaklanmaktan ormanın varlığını göremezler. “

Engels, sözlerinin devamında yaşamı ve canlılığı açıklamaya çalışıyor Ancak daha yakından incelendiğinde, bunun basit bir soru olmadığını fark ediyoruz. Aksine, oldukça karmaşık bir sorudur. Anne karnında yaşamın ne zaman başladığı konusunda bugün bile hararetli tartışmalar var. Aynı şekilde, fizyolojinin ölümün tek bir anlık eylem değil, uzun süreli bir süreç olduğunu kanıtlaması gibi, ölümün tam anının ne zaman gerçekleştiğini söylemek de aynı derecede zordur. Yunan filozofu Herakleitos'un yerinde sözleriyle, “Yaşayan ve ölü, uykuda ve uyanık, genç ve yaşlı içimizde aynı şeydir; her biri yer değiştirir ve öteki olur, akış; biz ve biz değiliz.”

Her şey, olayların ve süreçlerin yüzeyinde göründüğü gibi değildir. Her canlı türü, organik yaşamın her yönü, her an aynıdır ve aynı değildir. Canlılar maddeyi dışarıdan özümseyerek gelişir ve aynı anda diğer istenmeyen maddeleri de atar; sürekli olarak bazı hücreler ölürken diğerleri yenilenir. Zamanla vücut tamamen dönüşür, baştan aşağı yenilenir. Bu nedenle, her organik varlık hem kendisidir hem de kendisinden farklıdır.

Bu fenomen metafizik düşünce veya formel mantıkla açıklanamaz. Metafiziksel yaklaşım, çelişkili devinimi açıklamaktan acizdir. Bu çelişkili gerçeklik, sağduyu muhakemesi alanına girmez. Öte yandan diyalektik, olayları bağlantılarında, gelişimlerinde ve hareketlerinde kavrar. Engels'e göre, “Doğa, diyalektiğin kanıtıdır.”

Engels, “Doğanın Diyalektiği” adlı kitabında zengin değişim süreçlerini şöyle tanımlıyor:

“Madde, ebedi bir döngü içinde hareket eder, yörüngesini öylesine geniş bir dönemde tamamlar ki, onunla karşılaştırıldığında bizim dünya yılımız bir hiçtir; en yüksek gelişme döneminin, yani organik yaşam döneminin olduğu bir döngüde - özbilinç ve yaşam tarihin nispeten küçük bir alanıdır; maddenin varlığının her belirli biçiminin - güneş veya bulutsu, belirli bir hayvan veya hayvan türü olsun - kimyasal bir kombinasyon veya ayrışma - eşit derecede geçiş halindedir; ebedi olarak değişen, ebediyen hareket eden madde ve onun hareket ve değişim yasaları dışında hiçbir şeyin ebedi olmadığı bir döngü içindedir. Ancak bu döngü zaman ve uzayda ne kadar sık ve acımasızca gerçekleşirse gerçekleşsin, sayısız güneş ve dünya ne kadar çok doğup batsa da, bazı güneş sistemlerinde, bazı gezegenlerde organik yaşam için uygun koşullar görünene kadar beklemek ne kadar uzun gözükse de, sayısız varlık kendi aralarından düşünen bir beyne sahip hayvanlar geliştirmeden önce, kısa bir süre için bile olsa, yaşamalarına izin verecek bir ortam bulan hayvanlar olarak yaşasalar da, yine de, varlığından emin olduğumuz şey değişimin kendisi ebediyen bir ve aynı kalır.”

On sekizinci yüzyıl Fransız felsefesiyle birlikte ve ardından yeni bir radikal Alman felsefesi ortaya çıktı. Emmanuel Kant’ın desteğiyle, bu felsefenin doruk noktası, Fransız Devrimi'ne büyük hayranlık duyan George F. Hegel'in sistemi tarafından özetlendi. Hegel, bir idealist olmasına rağmen, çağının en ansiklopedik zihniydi. Bu dehanın büyük katkısı, yaklaşık 2000 yıl önce antik Yunan filozofları tarafından geliştirilen diyalektik düşünce tarzının tekrar kurtarılmasıydı.

“Şeylerdeki değişiklikler, yalnızca bir niceliğin başka bir niceliğe geçmesi değil, aynı zamanda niteliğin niceliğe geçmesi ve bunun tersi olması gerçeğinden oluşur” diye yazmıştı Hegel. “İkinci türden her geçiş bir kesintiyi temsil eder ve fenomene niteliksel olarak bir öncekinden farklı yeni bir görünüm kazandırır. Bu nedenle, soğutulduğunda su yavaş yavaş değil, tümden sertleşir; donma noktasına kadar soğuduktan sonra, ancak elverişli bir durumda korunduğu takdirde yine de sıvı olarak kalabilir ve o zaman en ufak bir şok aniden katılaşması için yeterlidir ... Ahlaki fenomenler dünyasında… nicelden niteliğe aynı değişimler meydana gelir ve niteliklerdeki farklılıklar da nicel farklılıklara dayanır. Dolayısıyla, biraz daha azı ya da biraz daha fazlası, anlamsızlığın sona erdiği ve oldukça farklı bir şeyin ortaya çıktığı sınırı oluşturur… “(Mantık Bilimi, Hegel)

Hegel'in çalışmaları diyalektiğe referanslar ve örneklerle doludur. Ne yazık ki, Hegel sadece bir idealist değildi, aynı zamanda akla gelebilecek en belirsiz ve anlaşılmaz biçimde yazdı ve eserlerinin okunmasını çok zorlaştırdı. Lenin, Birinci Dünya Savaşı sırasında sürgündeyken Hegel'i yeniden okumaya başladığında şöyle yazdı: “Genel olarak Hegel'i materyalist olarak okumaya çalışıyorum: Hegel, tepetaklak edilmiş materyalizmdir (Engels'e göre) - yani, Tanrı, Mutlak, Saf Fikir vb. fikirleri büyük ölçüde bir kenara attım.” Lenin, Hegel'den büyük ölçüde etkilendi ve idealizmine rağmen, daha sonra genç komünistlere onun yazılarını incelemelerini tavsiye etti.

Genç Marx ve Engels, büyük Hegel'in takipçileriydi. Bu öğretmenden muazzam miktarda şey öğrendiler. Onun sayesinde diyalektik ile dünyayı yeni bir şekilde gördüler ve örneklediler. Hegel, diyalektiği benimseyerek tarihi metafizikten kurtardı. Diyalektik için nihai, mutlak veya kutsal hiçbir şey yoktur. Her şeyin değişen karakterini ortaya çıkarır. Ancak Hegel’in bilgisi, çağının bilgi birikimi ve idealist oluşu gerçeğiyle sınırlıydı. Beynin içindeki düşünceleri, gerçek şeylerin ve süreçlerin az çok soyut resimleri olarak değil, ebediyetten beri var olan “Mutlak Fikrin” gerçekleşmeleri olarak görüyordu. Hegel'in idealizmi gerçekliğin tepetaklak bir görüntüsüydü.

Yine de Hegel, daha önce değinilen önemli değişim yasalarını sistematik olarak ana hatlarıyla çizdi.

Niceliğin Niteliğe Dönüşmesi (ve tam tersi)

“Doğada ani sıçramaların olmadığı söyleniyor, maddelerin ve şeylerin kökeninin kademeli olarak artması veya azalması yoluyla olduğu yaygın bir görüştür” diyor Hegel. “Ama nicelikten niteliğe ani dönüşüm de vardır. Örneğin, su soğurken kademeli olarak sertleşmez, ilkin hamur gibi yumuşak hale gelir ve nihayetinde bir anda sertleşerek bir buz sertliğine ulaşır. Sıcaklık belli bir dereceye düşürülürse, su aniden buza dönüşür, yani nicelik -sıcaklık derecelerinin sayısı- niteliğe dönüşür - maddelerin doğasında bir değişiklik oluşur. “ (Mantık Bilimi)

Diyalektik, değişimi anlamanın temel taşıdır. Değişim veya evrim, düz bir çizgide kademeli olarak gerçekleşmez. Marx, toplumsal devrimi, yerin altında harıl harıl çalışan, uzun süreler boyunca yüzeyde görünmeyen, ancak eski düzenin altını istikrarlı bir şekilde oyan ve daha sonra ani bir altüst oluşla gün ışığına çıkan yaşlı bir köstebeğe benzetir.. Charles Darwin bile evrim teorisinin esasen kademeli olduğuna ve fosil kayıtlarındaki boşlukların evrimde herhangi bir kırılma veya sıçramayı temsil etmediğine ve daha sonraki keşiflerle “doldurulacağına” inanıyordu. Darwin bu konuda yanılmıştı. Bugün, evrimdeki sıçramaları açıklamak için özünde diyalektik olan yeni teoriler öne sürülmüştür. Stephen J. Gould ve Niles Eldredge, diyalektik evrim teorilerini “kesintili dengeler kuram(punctuated equilibrium)” olarak adlandırdılar. Görünür değişikliklerin olmadığı uzun evrim dönemleri olduğunu, ardından birdenbire yeni bir canlı veya formların ortaya çıktığını açıkladılar. Diğer bir deyişle, niceliksel farklılıklar nitel bir değişime yol açarak yeni türlere yol açtı. Gelişimin tamamı, süreklilikteki kırılmalar, sıçramalar, felaketler ve devrimlerle karakterize edilir.

Yaklaşık 3.6 milyar yıl önce okyanuslarda tek hücreli yaşamın ortaya çıkışı, maddenin evriminde niteliksel bir sıçramaydı. Yaklaşık 600 milyon yıl önce, sert parçaları olan karmaşık çok hücreli yaşamın sahneye çıktığı “Kambriyen Patlaması,” evrimde ileri doğru bir niteliksel sıçramaydı. Alt Paleolitik Çağ’da, yaklaşık 400 ila 500 milyon yıl önce, ilk omurgalı balıklar ortaya çıktı. Bu devrim niteliğindeki tasarım baskın hale geldi ve amfibiler (hem suda hem de karada yaşayan canlı türleri), sürüngenler aracılığıyla gelişti ve sonunda sıcak kanlı canlılara, kuşlara ve memelilere ayrıldı. Bu tür devrimsel sıçramalar, düşünme kapasitesine sahip insanlarda doruk noktasına ulaştı. Evrim, organizmanın içindeki ve dışındaki değişikliklerin bir sıçramaya, niteliksel olarak daha yüksek bir gelişme durumuna yol açtığı uzun bir süreçtir.

Yer kabuğunda biriken ve periyodik olarak depremler şeklinde parçalanan muazzam yeraltı basınçları gibi, işçilerin bilincindeki kademeli değişimler sınıf mücadelesinde bir patlamaya yol açar. Bir fabrikadaki greve, dışarıdaki “ajitatörler” neden olmaz, fabrika içinde, işçiler sonunda işgücünü greve iten bir değişiklik isteği birikimi tarafından etkilenirler. Grevin “nedeni” oldukça küçük ve tesadüfi bir şey olabilir, örneğin bir çay molası, ama popüler (diyalektik) bir tabirle bu tesadüfi olay sadece “bardağı taşıran son damla” olabilir. Bu gibi küçük gözüken tesadüfi olaylar, niceliğin niteliğe dönüştüğü katalizör halini alırlar.

Bugün, İngiliz sendikaları içindeki bir dizi sol seçim zaferi, sendika tabanındaki uzun süreli hoşnutsuzluk birikiminin bir ürünüdür. İşçi sınıfına yirmi yıldır yapılan sert saldırılar, sendikaların üst katmanlarında bu değişikliklere yol açtı. Yalnızca Marksist bir felsefeyle donanmış olanlar, değişen nesnel duruma dayanan bu gelişmeyi öngörebilirdi. Sendikalarda halihazırda gerçekleşmekte olan bu ruh hali değişiklikleri, kaçınılmaz olarak İngiliz İşçi Partisi'ne (Labour Party) belli bir aşamada yansıyacak ve Blair yönetimindeki sağ kanadın düşüşüyle sonuçlanacaktır. İşçi hareketinin uç sınırlarında bulunan sol komünistler(“ultra-lefts” bkz: Sol komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı, Lenin), İşçi Partisi'ni asla değiştirilemeyecek bir şey olarak sürekli göz ardı ettiler. Bu gruplar diyalektik düşünemezler ve gerçekliğin sadece yüzeyini gören ampirik ve biçimci bir bakış açısına sahiptirler.

Görünüş ile gerçeklik arasında, gözleme açık olan dolaysız görünüm ile gözlemlenen gerçeklerin altında yatan gizli süreçler, bağlantılar ve yasalar arasında bir ayrım yapmakta başarısız olurlar. Başka bir deyişle, gözleri önünde gerçekleşen yüzeyin altındaki süreçleri görmek konusunda kördürler. “Blairizm İşçi Partisi'ne hakimdir!” diye umutsuzca haykırıyorlar. Formel mantığın büyüsü altındalar ve Blairizm’i kaçınılmaz olarak zayıflatacak olan gelişen süreci görmekten acizdirler. Geçmişte sağ sendikaları sildikleri gibi, bugün de İşçi Partisi'ni siliyorlar. Gelişen olaylar ve sola doğru kayma yaşayan sendikal hareketin baskıları temelinde, İşçi Partisi, kökleri sendikalarda olduğundan, kaçınılmaz olarak benzer bir yönde hareket edecektir.

Marx, bilimin görevinin her zaman görünüşlerin dolaysız bilgisinden gerçekliğin, özün, görünüşlerin altında yatan yasaların keşfine ilerlemek olduğunu vurguladı. Marx'ın Kapital'i bu yöntemin güzel bir örneğidir. Marx, Engels'e şöyle yazıyordu: “Vülger iktisatçıların düşünme biçiminin her zaman için gerçekliklerin anlık ortaya çıkan ve beyinde algılanan yüzeyleriyle ilgilenmektir ve birbiriyle bağlantılı içsel gelişmeleri hiçe sayarlar…” (27 Haziran 1867)

Aynı şey, geçmişte Sovyetler Birliği'ni “devlet kapitalizmi” olarak nitelendirenler için de söylenebilir. Stalinizmin sosyalizmle hiçbir ortak yanı yoktu; işçilerin batıdakinden daha az haklara sahip olduğu baskıcı bir rejimdi. Bununla birlikte, Sovyetler Birliği'nin bilimsel bir analizi yerine, basitçe devlet kapitalizmi olduğunu söylediler. Trotsky'nin açıkladığı gibi, devlet kapitalizmi teorisyenleri SSCB'ye formel mantığın bakış açısıyla baktılar. Onlar için her şey ya siyah ya da beyazdı. SSCB, Stalinistlerin dediği gibi ya harika bir sosyalist devletti ya da devlet kapitalizmi altındaki bir devlet olmalıydı. Böyle bir düşünce, en saf haliyle biçimciliktir. Trotsky’nin de açıkladığı gibi, işçi devletinin kronik olarak deforme olmuş bir proleter yönetim biçimine dönüşmesi olasılığını asla anlayamadılar. Devrimin geri kalmış bir ülkede tecrit edilmiş olması nedeniyle bir yozlaşma sürecinden geçtiği açıktır. Ancak kamulaştırılmış planlı ekonomi varlığını sürdürdüğü ölçüde, her şey kaybedilmiş olamazdı. Bürokrasi yeni bir egemen sınıf değil, devletin üzerinden siyasi iktidarı gasp eden asalak bir büyümeydi. Yalnızca yeni bir siyasi devrim bürokrasiyi ortadan kaldırabilir, sovyetleri ve işçi demokrasisini yeniden tesis edebilirdi.

Devlet kapitalizmi fikrinin savunucuları, karşı-devrimi devrimle ya da tam tersini birbirine karıştırarak kendilerini çıkmazlara soktular. Afganistan'da, “Rus emperyalizmine” karşı “özgürlük savaşçıları” olarak gerici kökten dinci mücahitleri desteklediler. SSCB'nin çöküşü ve 1991'den itibaren kapitalizmi yeniden canlandırma hamlesiyle birlikte, gerçek kapitalist karşı devrim karşısında tarafsız kaldılar.

Zıtlıkların Birliği

“Ancak çelişki, tüm hareketlerin ve yaşamın kaynağıdır; Herhangi bir şey ancak bir çelişki içerdiği sürece harekete, güce ve etkiye sahip olabilir.” (Hegel) “Kısacası,” der Lenin, “diyalektik, karşıtların birliğinin doktrini olarak tanımlanabilir. Bu, diyalektiğin özüdür...”

İçinde yaşadığımız dünya çelişkilerin birliği veya karşıtların birliğidir: soğuk-sıcak, aydınlık-karanlık, sermaye-emek, doğum-ölüm, zenginlik-yoksulluk, pozitif-negatif, ekonomik patlama-çöküş, düşünce-varlık, sonlu -sonsuz, itme-çekme, sol-sağ, yukarı-aşağı, evrim-devrim, şans-zorunluluk, satış-alış vb.

Çelişkili bir antitezin iki kutbunun bir bütün olarak bir arada var olmayı başarabileceği gerçeği, bir paradoks olarak kabul edilir. Paradoks, iki çelişkili veya zıt düşüncenin her ikisinin de doğru olabileceğinin kabul edilmesidir. Bu, maddi dünyadaki karşıtların birliğinin düşüncedeki bir yansımasıdır.

Hareket, uzay ve zaman, maddenin varoluş biçiminden başka bir şey değildir. Hareket, daha önce de açıkladığımız gibi özünde bir çelişkidir - aynı anda hem bir yerde hem de başka bir yerde olmak anlamına gelir. Zıtların birliğidir. “Hareket, hem burada olmak hem de burada olmamak demektir; bu uzay ve zamanın sürekliliğidir - ve hareketi mümkün kılan ilk şey budur.” (Hegel)

Bir şeyin özünü anlamak için bu iç çelişkileri araştırmak gerekir. Belirli koşullar altında, evrensel olan bireyseldir ve birey de evrenseldir. Şeylerin karşıtlarına dönüşmesi -neden sonuca, sonuç da nedene dönüşebilir- maddenin gelişimindeki bitmeyen zincirin halkalarından biridir.

Hegel, “Olumsuz olan eşit ölçüde olumludur” der. Diyalektik düşünce, “antitezi kendi bütünlüğünde anlamaktır.” diye ekler. Ve şöyle devame der:

“Çelişki, tüm hareketin ve canlılığın özüdür ve yalnızca bir çelişki içerdiği sürece, şeyler hareket ederler, itki ve etkinliğe sahiptirler... Bir şey hareket ederse, belirli bir zamanda burada ve başka bir zamanda başka bir yerde olduğu için değil, aynı zamanda burada olduğu ve burada olmadığı, başka deyişle hem burada olduğu hem de burada olmadığı içindir.” Bu nedenle Hegel için bir şey, kendi kendine hareket etmesini sağlayan çelişkiyi içerdiği ölçüde yaşar.

Yunan atomistler, ilk önce, maddi dünyanın, maddenin en küçük birimi olarak kabul edilen atomlardan oluştuğu teorisini geliştirdiler. Yunanca “atomos” kelimesi bölünemez anlamına gelir. Bu harika bir sezgisel tahmindi. Yirminci yüzyıl bilimi, her şeyin atomlardan oluştuğunu kanıtladı, ancak daha sonra daha küçük parçacıkların bile var olduğu keşfedildi. Her atomun merkezinde, proton ve nötron adı verilen atom altı parçacıklardan oluşan bir çekirdek bulunur. Çekirdeğin etrafında dönen parçacıklar, elektron olarak bilinen parçacıklardır. Tüm protonlar pozitif bir elektrik yükü taşır ve bu nedenle birbirlerini iterler, ancak güçlü nükleer etkileşim olarak bilinen bir tür enerji ile birbirlerine bağlıdırlar. Bu, var olan her şeyin bir karşıtlar birliğine dayandığını ve Hegel'in deyimiyle “itki ve etkinlik"in kendi kendine hareket ettiğini gösterir.

İnsanlarda kan şekeri yaşam için gereklidir. Çok yüksek bir seviye muhtemelen diyabetik komaya neden olur, çok az bir seviyede ise kişi beslenemez duruma gelebilir. Bu güvenli seviye, karbonhidratların sindirilmesiyle kan dolaşımına şekerin salınım hızı, depolanan glikojen, yağ veya proteinin şekere dönüştürülme hızı ve şekerin atılma ve kullanılma hızı ile düzenlenir. Kan şekeri seviyesi yükselirse, pankreastan daha fazla insülin salınımı ile kullanım oranı artar. Düşerse, kana daha fazla şeker salınır veya kişi acıkır ve bir şeker kaynağı tüketir. Karşıt güçlerin, pozitif ve negatif geri bildirimlerin bu kendi kendini düzenlemesinde, kan seviyesi tolere edilebilir sınırlar içinde tutulur.

Lenin bu öz hareketi bir notta şöyle açıklar: “Diyalektik, karşıtların nasıl oluştuğunu ve nasıl özdeş hale geldiklerini - hangi koşullarda özdeş olduklarını, birbirlerine dönüştüklerini - insan zihninin bunları neden kavraması gerektiğini gösteren öğretidir. Karşıtlar ölü, katı değil, yaşayan, şartlı, hareketli ve birbirine dönüşen şekilde gerçekleşir.”

Lenin ayrıca, gelişmenin itici gücü olarak çelişkinin önemine de büyük değer verdi:

“Herhangi bir toplumda, toplumun bazı üyelerinin üstünlük arayışlarının diğerlerinin çıkarlarıyla çeliştiği, sosyal hayatın çelişkilerle dolu olduğu ve tarihin uluslar ve toplumlar arasında olduğu kadar uluslar içinde de devrim ve gericilik, savaş ve barış, durgunluk ve hızlı ilerleme veya gerileme dönemlerini takip eden bir mücadeleler zinciri olduğu bilinmelidir.” (Lenin, Marksizmin Üç Kaynağı)

Yukarıdaki alıntıya verilebilecek en iyi örnek sınıf mücadelesidir. Kapitalizm, bir kapitalist sınıfa ve işçi sınıfına ihtiyaç duyar. İşçiler tarafından yaratılan ve kapitalistler tarafından el konulan artı değer için verilen mücadele, sonunda kapitalizmin yıkılmasının temelini oluşturacak uzlaşmaz bir mücadeleye ve çelişkinin sınıfların ortadan kaldırılması yoluyla çözülmesine yol açacaktır.

Olumsuzlamanın Olumsuzlanması

Tarihsel gelişimin genel örüntüsü, yukarı doğru düz bir çizgi değil, ileriye doğru her adımın yalnızca kısmi bir geri adım pahasına başarıldığı karmaşık bir etkileşimdir. Bu gerilemeler, sırayla, gelişimin bir sonraki aşamasında giderilir.

Olumsuzlamanın olumsuzlanması ilkesi, belirli özelliklerin daha yüksek düzeylerdeki tekrarını, alt seviyedeki özelliklerin karakterini ve eski özelliklerin görünürdeki geri dönüşlerini açıklar.. Biçim ile içerik arasında ve içerik ile biçim arasında sürekli bir mücadele vardır, bu da eski biçimin nihai olarak parçalanmasına ve içeriğin dönüşmesine neden olur.

Tüm bu süreç, en iyi şekilde, hareketin başladığı konuma, ancak daha yüksek bir seviyede geri döndüğü bir spiral olarak resmedilebilir. Başka bir deyişle, tarihsel ilerleme bir dizi çelişki ile sağlanır. Önceki aşamanın olumsuzlanması demek, onun tamamen ortadan kaldırılması anlamına gelmez. Yerine geçtiği aşamayı tamamen silip ortadan kaldıramaz.

Marx, Kapital’in birinci cildinde olumsuzlamanın olumsuzlanması ile ilgili şunları söyler: “Kapitalist üretim yönteminden ve dolayısıyla kapitalist özel mülkiyetten kaynaklanan kapitalist temellük yöntemi, kişinin kendi emeğine dayanan bireysel özel mülkiyetin ilk olumsuzlanmasıdır. Ama kapitalist üretim, doğal bir sürecin kaçınılmazlığı ile kendi olumsuzlanmasını doğurur. İşte bu olumsuzlamanın olumsuzlanmasıdır.”

Engels, “Anti-Duhring” adlı kitabında olumsuzlamanın olumsuzlanmasını göstermek için bir dizi örnek açıklıyor. “Bir arpa tanesini ele alalım. Bu tür milyonlarca arpa tanesi öğütülür kaynatılır, mayalanır ve sonra tüketilir. Ama böyle bir arpa tanesi, kendisi için normal olan koşullar karşılanırsa ve uygun toprağa ekilirse, ısı ve nemin etkisi altında belirli bir değişiklik meydana gelir, filizlenir; tahılın kendisi ortadan kalkar, o olumsuzlanır ve onun yerine ondan türemiş olan bitki, tanenin olumsuzlanması belirir. Bu bitkinin normal yaşam süreci nedir? Büyür, çiçek açar, döllenir ve sonunda bir kez daha arpa taneleri üretir ve bunlar olgunlaşır olgunlaşmaz sap ölür, sırayla bu süreç olumsuzlanmalardan oluşur. Olumsuzlamanın olumsuzlanmasının bir sonucu olarak, bir kez daha orijinal arpa tanesine sahibiz, ama tek bir birim değil, on, yirmi hatta otuz katı olarak.”

Arpa, başlangıç ​​noktasına geri dönerek yaşar ve gelişir - ancak bu sefer daha yüksek bir seviyede yapar bunu. Bir tohumdan çok sayıda tohum tanesi elde edilir. Ayrıca zamanla bitkiler nicel olduğu kadar niteliksel olarak da evrimleşmiştir. Birbirini izleyen nesiller farklılıklar göstermiş ve çevrelerine daha fazla adapte olmuşlardır.

Engels, böcekler dünyasından bir başka örnek daha veriyor: “Örneğin kelebekler yumurtadan yumurtanın olumsuzlanması ile doğarlar, cinsel olgunluk yaşına erişinceye kadar belirli dönüşümlerden geçerler, çiftleşirler, dişi yumurtaları bırakır ve çiftleşme süreci tamamlanır tamamlanmaz ölürler. Bunun sonucunda arkalarında sayısız yumurtalar bırakarak süreci tamamlarlar. Tüm bu gelişen süreç olumsuzlamanın olumsuzlanmasına bir örnektir.”

Hegel ve Marx

Muazzam bir zekaya sahip olan Hegel, pek çok konuyu aydınlatmıştır. Bu, Marx'ın defalarca kabul ettiği düşünsel bir borçtu. Marx, “Diyalektiğin Hegel'in ellerinde maruz kaldığı mistikleştirme durumu, onun diyalektiğin genel çalışma biçimini kapsamlı ve bilinçli bir şekilde sunan ilk kişi olmasını hiçbir şekilde değiştirmez” diyor. Bununla birlikte, Hegel'in felsefi sistemi büyük bir başarısızlıktı. Tedavi edilemez bir iç çelişkiden muzdaripti. Hegel'in tarih anlayışı, nihai ya da ebedi hiçbir şeyin olmadığı evrimsel bir kavramdır. Ancak onun sistemi, diyalektik düşüncenin yasalarına tamamen aykırı olarak mutlak gerçek olduğunu iddia etti. Hegel’in Almanya'daki statükoyu savunmasına rağmen, diyalektiğin kendisi sürekli değişime bağlı devrimci bir görüştür. Hegel için gerçek olan her şey rasyoneldi. Ancak Hegelci diyalektik kullanıldığında, gerçek olan her şey irrasyonel hale gelecektir. Var olan her şey sonunda yok olur. Hegelci felsefenin devrimci önemi burada yatmaktadır.

Bu çelişkinin çözümü için materyalizme geri dönüldü, ama eski mekanik materyalizme değil, yeni bilimlere ve ilerlemelere dayanan bir materyalizme. “Materyalizm, idealizmin tüm kazanımlarıyla yeniden zenginleşti. Bu kazanımların en önemlisi, diyalektik yöntem, fenomenlerin gelişimleri, kökenleri ve yıkımları içinde incelenmesiydi. Bu yeni düşünce yönünü temsil eden deha Karl Marx'tı” diye yazıyor Plekhanov. 1830-31'de Avrupa'daki devrimci gelişmelerin teşvik ettiği Hegelci Okul, sol ve sağ-merkez olarak ikiye bölündü.

Hegelci Sol'un en önde gelen temsilcisi, eski kalıplaşmış düşünceye, özellikle de dine meydan okuyan ve materyalizmi yeniden merkeze yerleştiren Ludwig Feuerbach'tı. Feuerbach, “Doğanın başlangıcı ve sonu yoktur. İçindeki her şey karşılıklı etkileşim içindedir, her şey aynı anda hem etki hem de nedendir, içindeki her şey çok yönlü ve karşılıklıdır...” diye yazıyor. Oradan hareketle de Tanrı'ya yer olmadığını söylüyor. Feuerbach'ın fikirlerinin tüm sınırlamalarına rağmen, Marx ve Engels bu yeni atılımı coşkuyla karşıladı.

“Fakat zamanla,” diyordu Engels, “1848 Devrimi, Feuerbach'ın kendisini de geri plana attığı gibi, felsefesinin tamamını da bir kenara itti.” Diyalektik materyalizmi geliştirerek diyalektiği yeni materyalizme tutarlı bir şekilde uyarlamak Marx ve Engels'e bırakıldı. Onlar için yeni felsefe soyut bir felsefe değil, doğrudan pratiğe bağlıydı.

“Diyalektik, kendisini hem dış dünyanın hem de insan düşüncesinin genel hareket yasalarının -özde aynı olan, ancak insan zihninin onları bilinçli olarak uygulayabildiği ölçüde ifadeleri farklı olan iki yasa kümesi - bilimine indirger. Doğada ve ayrıca bugüne kadar büyük ölçüde insanlık tarihinde, bu yasalar kendilerini bilinçsizce, dışsal zorunluluk biçiminde, görünüşte ebedi bir rastlantı dizisinin ortasında gösterirler.” (Engels)

Ne Marx ne de Engels arkalarında diyalektik üzerine kapsamlı bir kitap bırakmadı. Marx, Kapital'le meşguldü. Engels, böyle bir kitap yazmak niyetindeydi, ancak Marx'ın ölümünden sonra Kapital'i tamamlama ihtiyacı daha ağır bastı. Bununla birlikte, özellikle Anti-Dühring ve Doğanın Diyalektiği'nde bu konuda oldukça kapsamlı yazılar yazdı. Lenin, “Marx arkasında bir 'Mantık' (büyük harfle yazmıştır) bırakmadıysa, Kapital'in mantığını bırakmıştır ve bundan sonuna kadar yararlanılmalıdır.” der. Kapital'de Marx, Hegel'de değerli olan her şeyi alıp daha da geliştiren tek bir bilim mantığına, diyalektiğe ve materyalizm teorisine (üç farklı kelimeye gerek yoktur: bunlar bir ve aynı şeydir) uyarladı.”

Günümüzde başta doğa bilimlerinden olmak üzere az sayıda bilim adamı, uzmanlık alanlarındaki sorunları fark etmelerini sağlayan diyalektiğin bilincine varmışlardır. Bilim ve diyalektik materyalizm arasındaki bu ilişki, Alan Woods ve Ted Grant tarafından kaleme alınan “Aklın İsyanı” kitabında detaylı olarak tartışılmıştır. Engels ile birlikte doğanın tamamen diyalektik süreçlerden oluştuğunu gösterdiler. Stephen J. Gould ve Niles Eldredge’in yanı sıra, kendilerini diyalektik materyalist olarak gören Richard Levins ve Richard Lewontin, “Diyalektik Biyolog” (The Dialectical Biologist) adlı kitaplarında diyalektiğin biyoloji alanına uygulanması hakkında da şunları yazmışlardır:

“Diyalektik dünyayı tüm yönleriyle karakterize eden özellik, daha önce tanımladığımız gibi, sürekli hareket halinde olmasıdır. Sabit olanlar değişkenler haline gelir, nedenler sonuçlara dönüşür ve sistemler gelişerek onlara yol açan koşulları ortadan kaldırır. Kararlı görünen elementler bile - kritik boyutta donuk gri bir metal parçasının bin güneşten daha parlak bir ateş topu haline gelebilmesi gibi - aniden dengesiz hale gelebilecek dinamik bir kuvvet dengesi içindedir. Yine de hareket sınırsız ve tekdüze değildir. Organizmalar gelişir ve değişir, sonra ölür ve bütünlüğü bozulur. Türler ortaya çıkar, ancak kaçınılmaz olarak nesilleri tükenir. Basit fiziksel dünyada bile tekdüze bir hareket olmadığını biliyoruz. Kendi ekseninde dönen dünya bile jeolojik zamanda yavaşlamıştır. O halde, sistemlerin zaman içindeki gelişimi, karşıt güçlerin ve karşıt hareketlerin sonucudur.

“Karşıt güçlerin bu varoluşu, diyalektik düşüncede en çok tartışılan ve en zor, ancak en merkezi kavram olan çelişki ilkesini doğurmuştur. Bazıları için çelişki yalnızca epistemik bir ilkedir. Birbirleriyle çelişen ve gözlemlenen fenomenlerle çelişen yeni bir doğa görüşüne yol açan, karşıt bir teoriler tarihi yardımıyla dünyayı nasıl anladığımızı açıklar. Kuhn'un (1962) bilimsel devrim teorisi, yeni çelişkilere yol açan bu sürekli zıtlıklar ve çözümler fikrine atıflar yapar. Diğer bilim insanları için çelişki, en azından insanın toplumsal varlığının ontolojik bir özelliği haline gelmiştir. Bizim için çelişki sadece epistemik ve politik değil, aynı zamanda en geniş anlamda ontolojiktir. Güçler arasındaki çelişkiler, yalnızca insani ve toplumsal kurumlarda değil, doğada her yerdedir. Bu diyalektik geleneği, Doğanın Diyalektiği'ni yazan Engels'e (1880) kadar uzanır, [bana göre doğanın diyalektiğinin yasalarını inşa etmek değil, onları onda keşfetmek ve ondan geliştirmek söz konusu olabilir.]” (Diyalektik Biyolog, s. 279)

Marksistler her zaman teori ve pratiğin birliğini vurgular. Marx'ın Feuerbach üzerine olan tezinde belirttiği gibi, “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli şekillerde yorumladılar; ancak asıl mesele onu değiştirmektir.” Hegel, “Eğer gerçek soyutsa yanlıştır” der. Tüm gerçekler somuttur. Altta yatan çelişkili gelişimlerini anlamak için her şeye var oldukları gibi bakmalıyız. Bunun, özellikle toplumu değiştirmek için mücadele edenler için çok önemli sonuçları vardır. Sosyalizmi sadece parlak bir fikir olarak gören ütopyacı sosyalistlerin aksine, Marksistler sosyalizmin gelişimini kapitalizmin çelişkilerinden doğmuş olarak görürler. Kapitalist toplum, son derece gelişmiş üretici güçleri ve dünya çapındaki işbölümü ile sınıfsız bir toplumun maddi temelini hazırlamıştır. İnsan yaşamının doğal bir sonucu olarak, kapitalizm kendi varlığını sonlandıracak işçi sınıfını yarattı. Deneyim temelinde, işçi sınıfı toplumdaki konumunun bilincine varacak ve Marx'ın sözleriyle “kendi içinde sınıf” olmaktan “kendisi için sınıf” konumuna dönüşecektir.

Diyalektik kendini determinizme dayandırır, ancak bunun doğada, toplumda ve düşüncede rastlantının varlığını inkar eden kadercilikle hiçbir ortak yanı yoktur. Diyalektik determinizm, zorunluluk ve tesadüf birliğini ileri sürer ve zorunluluğun kendisini tesadüf yardımıyla ifade ettiğini açıklar. Zorunlu gelişen ya da tesadüfi olması fark etmeksizin tüm olayların altında yatan nedenler vardır. Doğada nedensel yasalar olmasaydı, her şey mutlak bir kaos halinde olurdu. Bir imkansızlık hali içinde hiçbir şey var olamazdı.. Dolayısıyla her şey, sürekli bir neden-sonuç zincirinde olduğu gibi, diğer nedenlere bağlıdır. Belirli olayların her zaman bir şans veya tesadüfi karakteri vardır, ancak bunlar yalnızca daha derin bir zorunluluğun sonucu olarak ortaya çıkarlar. Aslında zorunluluk, bir dizi rastlantı ile kendini gösterir. Şüphesiz, kazalara her zaman yer vardır, ancak esas olan, bu daha derin gerekliliği hangi yasaların belirlediğini keşfetmektir.

Yüzeysel gözlem açısından, her şey tesadüfi veya şansa açık gibi görünebilir. Bu, özellikle, değişimi yöneten yasalar ve aralarındaki bağlantılar hakkında hiçbir bilgimiz olmadığında kendini belli eder. Engels, Ludwig Feuerbach'ı baz alarak yazdığı kitabında, “Yüzeyde rastlantının egemen olduğu yerde, derinlere inildiğinde her zaman iç kısımda gizli kalan yasalar tarafından yönetildiği görülür ve buradaki tüm mesele bu yasaları keşfetmek meselesidir” der.

Doğada maddenin evrimi belirli bir yol izler, ancak bunun nasıl, ne zaman ve hangi biçimde gerçekleşeceği tesadüfi koşullara bağlıdır. Örneğin, yaşamın yeryüzünde yaratılıp yaratılmadığı, suyun varlığı, farklı kimyasal elementler, dünyanın güneşten uzaklığı, bir atmosfer gibi bir dizi tesadüfi faktöre bağlıydı. Engels, “Düşünen varlıkların evrimine ilerlemek maddenin doğası gereğidir” der, “bu nedenle, bunun için koşullar (her yerde ve her zaman zorunlu olarak aynı olmak durumunda değildir) mevcut olduğunda bu da her zaman zorunlu olarak gerçekleşir... Zorunlu olma durumu, salt rastlantılardan oluşur ve rastlantı dediğimiz şey, zorunluluğun arkasına saklandığı bir biçimdir.”

Olayları yüzeysel olarak inceleyen tarihçiler, Birinci Dünya Savaşı'nın Saraybosna'da bir Veliaht Prens'in öldürülmesinin “neden olduğunu” söylerler. Bir Marksist için bu olay, emperyalizmin ekonomik, politik ve askeri çelişkileri tarafından zaten kaçınılmaz hale getirilmiş olan dünya savaşının bahanesi ya da katalizörü olarak hizmet etmesi bakımından tarihsel bir tesadüf olarak görülür. Suikastçı hedefi ıskalamış olsaydı ya da Veliaht Prens hiç doğmamış olsaydı, savaş başka bir diplomatik bahaneyle yine de başlayacaktı. Zorunluluk kendini farklı bir “kaza” ile de ifade edebilirdi.

Hegel'in sözleriyle, var olan her şey zorunluluktan var olur. Ama aynı şekilde, var olan her şey yok olmaya, başka bir şeye dönüşmeye mahkûmdur. Böylece bir yerde ve zamanda “gerekli” olan, başka bir zamanda ve mekanda “gereksiz” hale gelir.Her şey, onu aşmaya ve olumsuzlamaya mahkûm olduğu zıttını doğurur. Bu, bireysel canlılar kadar toplumlar ve genel olarak doğa için de geçerlidir.

Her tür insan toplumu, ortaya çıktığı anda zorunlu olduğu için vardır: “İçinde gelişmeye alan olan tüm üretici güçler gelişmeden hiçbir toplumsal düzen ortadan kalkmaz: ve yeni, daha yüksek üretim ilişkileri zamanından daha önce asla ortaya çıkmaz. Yeni toplumun varlığının maddi koşulları eski toplumun rahminde olgunlaşmıştır. Bu nedenle, insanlık her zaman yalnızca çözebileceği sorunları ele alır, çünkü konuyu daha yakından incelediğimizde, sorunun kendisinin ancak çözümü için gerekli maddi koşullar zaten mevcut olduğunda veya en azından süreç içinde olduğunda ortaya çıktığını gözlemleyebiliriz.” (Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı)

Kölelik, zamanında, barbarlığı temel alan muazzam bir sıçramayı temsil ediyordu. Üretici güçlerin, kültürün ve insan toplumunun gelişmesinde gerekli bir aşamaydı. Hegel'in dahice açıkladığı gibi: “İnsan, kölelikten özgürleşmez, kölelik vasıtasıyla özgürleşir.(not from slavery but through slavery)”

Benzer şekilde kapitalizm, insan toplumunda başlangıçta gerekli ve ilerici bir aşamaydı. Bununla birlikte, ilkel komünizm, kölelik ve feodalizm gibi, kapitalizm de uzun zamandan beri gerekli ve ilerici bir sosyal sistem olmaktan çıktı. Kendisinde içkin olan derin çelişkiler üzerine kurulmuştur ve eski toplumda mevcut olan modern proletarya tarafından temsil edilen yeni toplumun ilerici güçleri tarafından devrimci bir şekilde yıkılmaya mahkumdur. Başlangıçta ileriye doğru atılmış büyük bir adım olan ve kapitalist toplumun temel özellikleri olan üretim araçlarının özel mülkiyeti ve ulus devlet, şimdi yalnızca üretici güçleri engellemeye ve baltalamaya hizmet etmekte ve yüzyıllar boyunca insani gelişmenin elde ettiği tüm kazanımları tehdit etmektedir.

Kapitalizm artık tamamen yozlaşmış bir sosyal sistemdir. İnsan kültürünün hayatta kalması için devrilmesi ve onun karşıtı olan sosyalizm ile değiştirilmesi gerekir.Marksizm deterministtir, ama kaderci değildir. Tarihi insanlar yazar. Toplumun dönüşümü ancak bilinçli olarak kendi kurtuluşları için çabalayan insanlar tarafından başarılabilir. Sınıfların bu mücadelesi önceden belirlenmiş değildir. Kimin başarılı olacağı birçok faktöre bağlıdır ve yükselen, ilerici bir sınıfın eski ve yıpranmış gerici bir güce göre birçok avantajı vardır. Ama nihayetinde sonuç, hangi tarafın daha güçlü iradeye, daha büyük organizasyona ve en yetenekli, kararlı liderliğe sahip olduğuna bağlıdır.

Sosyalizmin zaferi, insanlık tarihinin yeni ve niteliksel olarak farklı bir aşamasını oluşturacaktır. Daha doğrusu, insan ırkının tarih öncesinin sonunu getirecek ve gerçek bir tarihi başlatacaktır.

Bununla birlikte, sosyalizm, insan toplumunun en eski biçimine - ilkel komünizme - dönüşü işaret eder, ancak bunu binlerce yıllık sınıflı toplumun tüm muazzam kazanımlarına dayanan çok daha yüksek bir düzeyde yapar. İlkel komünizmin sınıflı toplum tarafından olumsuzlanması da sosyalizm tarafından olumsuzlanır. Kapitalizm tarafından kurulan sanayi, bilim ve teknik dünya ölçeğinde bilinçli planlamanın uygulanması sonucunda, bolluk ekonomisi mümkün olacaktır. Bu da işbölümünü, kafa emeği ile kol emeği arasındaki, kent ile kır arasındaki farkı ve savurgan, barbar sınıf mücadelesini nihai olarak bitirecektir. En sonunda ise insan ırkının kaynaklarını doğanın fethine yönlendirecektir. Engels'in ünlü sözünü kullanmak gerekirse, “insanın zorunluluklar çağından özgürlükler çağına sıçraması” gerçekleşecektir.

Materyalist Diyalektiğin ABC'si

Yazar: Leon Trotsky

Diyalektik, ne kurgu ne de mistisizmdir, ancak hayatın günlük sorunlarıyla sınırlı olmadığı, daha karmaşık ve uzun süreli süreçlerin anlaşılmasına ulaşmaya çalıştığı sürece, düşüncemizin biçimlerinin bir bilimidir. Diyalektik ve formel mantık, yüksek ve düşük seviye matematik arasındaki ilişkiye benzer bir ilişki barındırır.

Burada sorunun özünü çok kısa ve somut bir biçimde özetlemeye çalışacağım. Aristocu basit kıyas mantığı, A'nın A'ya eşit olduğu önermesinden yola çıkar. Bu varsayım, çok sayıda pratik insan eylemi ve temel genellemeler için bir aksiyom olarak kabul edilir. Ancak gerçekte A, A'ya eşit değildir.

Bu iki harfi bir mercek altında gözlemlersek bunu kanıtlamak kolaydır - birbirlerinden oldukça farklıdırlar.

Ancak buna, bu harfler eşit niceliklerin, örneğin yarım kilo şekerin sembolü olduğundan, sorunun harflerin boyutu veya biçimi ile ilgili olmadığı söylenilerek itiraz edilebilinir..

Bu itiraz oldukça yersizdir; gerçekte bir kilo şeker asla bir kilo şekere eşit değildir - daha hassas bir terazi her zaman daha farklı bir sonuç gösterir.

Yine itiraz yükselebilir: ama bir kilo şeker kendisine eşittir. Bu da doğru değildir - tüm cisimler boyut, ağırlık, renk vb. nitelikler bakımından kesintisiz olarak değişirler. Hiçbir zaman kendilerine eşit değildirler.

Bir sofist, “belirli herhangi bir anda” bir kilo şekerin kendisine eşit olduğunu söyleyecektir. Bu “aksiyomun” son derece şüpheli pratik değeri bir yana, teorik eleştiriye karşı da savunmasızdır. 'An' kelimesini nasıl kavramalıyız? Eğer o anı son derece kısa bir zaman aralığı kabul edersek, o “an” sırasında bir kilo şeker kaçınılmaz değişikliklere maruz kalır.

Yoksa 'an' tamamen matematiksel bir soyutlama mı, yani zamanın sıfırı mıdır? Ama her şey zamanla var olur; ve varoluşun kendisi kesintisiz bir dönüşüm sürecidir; dolayısıyla zaman, varoluşun temel bir unsurudur.

Dolayısıyla, A’ eşittir ‘A’ aksiyomu, bir şeyin değişmemesi halinde, yani var olmaması noktasında kendisine eşit olduğu anlamına gelir.

İlk bakışta, bu “ince farklar” faydasız gibi görünebilir. Gerçekte ise bunlar belirleyici öneme sahiptirler. A eşittir A aksiyomu, bir yandan tüm bilgimiz için başlangıç noktası, diğer yandan bilgimizdeki tüm yanlışlar için de başlangıç.noktası olarak belirir.

A eşittir A aksiyomunun herhangi bir kusur teşkil etmeyecek şekilde kullanılması ancak belirli sınırlar içinde mümkündür. A'daki nicel değişiklikler yerine getirilecek eylem için ihmal edilebilir olduğunda, A'nın A'ya eşit olduğunu varsayabiliriz. Bu, örneğin, bir alıcının ve bir satıcının bir kilo şekeri tasavvur etme şeklidir.

Güneşin sıcaklığını da aynı şekilde tasavvur ederiz. Yakın zamana kadar doların satın alma gücünü de aynı şekilde değerlendiriyorduk. Ancak belirli sınırları aşan niceliksel değişiklikler niteliksel hale gelir. Su veya gazyağı etkisine maruz kalan bir kilo şeker, bir kilo şeker olmaktan çıkar. Bir devlet başkanının avuçlarında dolar, dolar olmaktan çıkar. Niceliğin niteliğe dönüştüğü kritik noktayı doğru zamanda belirlemek, sosyoloji dahil tüm bilgi alanlarında en önemli ve zor görevlerden biridir.

Her işçi, iki tamamiyle eşit nesne yapmanın imkansız olduğunu bilir. Makine parçaları üretilirken belirli sapmalara izin verilir, ama bunun belirli sınırlar dahilinde olması gerekir (buna tolerans adı verilir). Tolerans normlarına uyularak, parçalar birbirine eşit kabul edilir (A eşittir A). Tolerans eşiği aşıldığında, nicelik nitelik haline dönüşür; başka bir deyişle, makine parçaları düşük kaliteli veya tamamen değersiz hale gelir.

Bizim bilimsel düşünüşümüz, teknikler de dahil olmak üzere genel pratiğimizin yalnızca bir parçasıdır. Kavramlar için ayrıca, ‘A’ eşittir ‘A’ aksiyomundan hareket eden formel mantık tarafından değil, her şeyin her zaman değiştiği aksiyomundan yola çıkan diyalektik mantık tarafından belirlenen “tolerans” söz konusudur. “Sağduyu,” sistematik olarak diyalektik “toleransı” aşmasıyla karakterize edilir.

Vülger düşünce, kapitalizmin kapitalizme eşit olduğunu varsaymak suretiyle ve sabit soyutlamalar olarak kapitalizm, ahlak, özgürlük, işçi devleti vb. kavramlar üzerinde çalışır. Diyalektik düşünme, değişimleri maddi koşullarında, yani A’nın A’ya eşit olmaktan çıktığı ve bir işçi devletinin işçi devleti olmaktan çıktığı kritik eşiği belirlerken her şeyi ve her fenomeni kendi sürekli değişimleri içinde analiz eder.

Vülger düşüncenin temel kusuru, sonsuz devinimden oluşan gerçekliğin hareketsiz izleriyle yetinmek istemesinde yatmaktadır. Diyalektik düşünme, kavramlara daha yakın yaklaşımlar, düzeltmeler ve somutlamalar yoluyla, içerik ve esneklik zenginliği veriyor; hatta onları yaşayan fenomenlere belirli bir ölçüde yaklaştıran bir “özlülük” veriyor diyebilirim. Genel olarak kapitalizm değil, belirli bir gelişme aşamasında mevcut olan bir kapitalizm. Genel olarak bir işçi devleti değil, geri kalmış bir ülkede emperyalist bir kuşatma altındaki belirli bir işçi devleti vb.

Diyalektik düşüncenin vülger düşünceyle olan ilişkisi, bir sinema filminin hareketsiz bir fotoğrafla olan ilişkisi gibidir. Hareketli sinema görüntüsü, durağan fotoğrafı feshetmez, ancak hareket yasalarına göre bir dizi fotoğrafı birleştirir. Diyalektik, uslamlamayı inkar etmez, bize uslamları, anlayışımızı ebediyen değişen gerçekliğe yaklaştıracak şekilde birleştirmeyi öğretir.

Hegel, “Mantık Bilimi” kitabında, daha temel eylemler için basit uslamlamaların taşıdığı önem kadar, teorik düşünce için de önemli olan bir dizi ilke geliştirdi: niceliğin niteliğe dönüşmesi, çelişkiler yoluyla gelişme, içerik ve biçim arasındaki çelişki, sürekliliğin kesintiye uğraması, olasılığın zorunluluğa dönüşmesi, vb.

Hegel, Darwin'den ve Marx'tan önce yazdı. Fransız Devrimi tarafından düşünceye verilen güçlü itki sayesinde, Hegel bilimin genel hareketini öngördü. Ancak, bir deha tarafından ortaya konmuş olmasına karşın, bu yalnızca bir öngörüydü ve Hegel'den idealist nitelik devraldı. Hegel, mutlak gerçeklik olarak ideolojik gölgeler üzerinde çalıştı. Marx, bu ideolojik gölgelerin maddi varlıkların hareketinden başka bir şeyi yansıtmadığını ortaya koydu.

Bizler diyalektiğimizin kökleri ne cennette ne de özgür irademizin derinliklerinde değil, nesnel gerçeklikte, doğada olduğundan, materyalist olarak adlandırıyoruz. Bilinç bilinçsizlikten, psikoloji fizyolojiden, organik dünya inorganikten, güneş sistemi nebuladan doğdu.

Bu gelişme merdiveninin tüm basamaklarında nicel değişimler nitel değişimlere dönüşmüştür. Diyalektik düşünceyi de içeren düşüncelerimiz, değişen maddenin ifade biçimlerinden yalnızca biridir. Bu sistemde ne Tanrı'ya, ne Şeytan'a, ne Ölümsüz Ruha, ne de ebedi yasa ve ahlak normlarına yer vardır. Doğanın diyalektiğinin rahminden doğan ortaya çıkan diyalektik düşünme, sonuç olarak tepeden tırnağa materyalist bir karaktere sahiptir.

Türlerin evrimini nicel dönüşümlerin niteliğe geçmesiyle açıklayan Darwinizm, diyalektiğin tüm organik madde alanındaki en büyük zaferiydi. Bir başka büyük zafer, kimyasal elementlerin atomik ağırlıklarının keşfi ve bir elementin diğer bir elemente dönüştürülmesi ile gerçekleşmiştir. Bu dönüşümlerle (türler, elementler vb.), doğa bilimlerinde olduğu kadar sosyal bilimlerde de önemli olan sınıflandırma sorunu yakından ilintilidir. Başlangıç noktası olarak türlerin değişmezliğini kullanan Linnaeus'un sistemi (on sekizinci yüzyıl), bitkilerin dış özelliklerine göre tanımlanması ve sınıflandırılmasıyla sınırlıydı.

Botaniğin emekleme dönemi, mantığın emekleme dönemine benzer, çünkü düşüncemizin biçimleri yaşayan her şey gibi gelişir. Yalnızca sabit türler fikrinin kesin olarak çürütülmesi, sadece bitkilerin evrim tarihinin ve anatomilerinin incelenmesi, gerçek manada bilimsel bir sınıflandırmanın temelini hazırladı.

Darwin'den farklı olarak bilinçli bir diyalektikçi olan Marx, toplumların anatomisini oluşturan üretici güçlerin ve mülkiyet ilişkilerinin gelişiminden hareket ederek insan toplumlarının bilimsel sınıflandırılması için bir temel keşfetmiştir. Marksizm, toplumların ve devletlerin şimdilerde bile hâlâ üniversitelerde başvurulmakta olan vülger betimseli sınıflandırmanın yerine materyalist bir diyalektik sınıflandırmayı ortaya koymuştur. Hem işçi devleti kavramını hem de onun çöküş anını doğru bir şekilde belirlemek ancak Marx'ın yöntemini kullanarak mümkündür.

Bütün bunlar, gördüğümüz gibi, kibirli cehaletin söylediği gibi “metafizik” veya “skolastik” hiçbir şey içermez. Diyalektik mantık, çağdaş bilimsel düşüncedeki hareket yasalarını ifade eder. Materyalist diyalektiğe karşı olan mücadele, tam tersine, küçük burjuvazinin uzak bir geçmişteki tutuculuğunu, üniversite rutincilerinin kibrini ve… öteki dünya için duyulan bir umut kıvılcımını ifade eder.

Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu'ndan

Yazar: Frederick Engels

Bununla birlikte, Hegelci okulunun dağılmasının ardından, gerçek meyve veren tek eğilim olan başka bir eğilim daha gelişti. Bu meyve veren eğilim ise esasen Marx'ın şahsıyla bağlantılıdır.

Buradaki Hegelci felsefeden ayrılma, materyalist bir bakış açısına dönüşün sonucuydu. Bu, gerçek dünyayı - doğayı ve tarihi - önyargılı idealist kalıplardan uzak olarak ona yaklaşan herkese sunduğu gibi anlamak manasına gelir. Fantastik (kurmaca) bir iç bağlantı halinde değil, kendi içkin halinde düşünülen gerçeklerle bağdaşmayan her idealistin acımadan feda edilmesinde karar kılındı. Materyalizm bundan daha başka bir şey anlamına gelmez. Ancak burada materyalist dünya görüşü ilk kez gerçekten ciddiye alındı ve ilgili tüm bilgi alanlarında - en azından temel özelliklerinde - tutarlı bir şekilde uygulandı.

Hegel basitçe bir kenara fırlatılıp atılmadı. Aksine, diyalektik yöntemin yukarıda anlatılan devrimci yönünden bir başlangıç yapılmıştır. Ama Hegelci biçimiyle bu yöntem kullanılamazdı. Hegel'e göre diyalektik, bir kavramın ya da olgunun kendi kendini geliştirmesidir. Mutlak fikir sadece -neyden geliştiği ve nereden geldiği bilinmemektedir- ezelden beri var olmakla kalmaz, aynı zamanda tüm mevcut dünyanın gerçek yaşayan ruhudur. Hegel’in “Mantık Bilimi” eserinde uzun uzadıya ele alınan ve her şeyin de ona dahil olduğu tüm ön aşamalar boyunca kendi içinde gelişir. Sonra doğaya dönüşerek kendini “yabancılaştırır", bu noktada kendinin bilincinde olmadan, doğal bir zorunluluk kılığına bürünerek yeni bir gelişimden geçer ve sonunda insanın kendi bilinci olarak geri döner. Bu özbilinç, daha sonra, Hegelci felsefedeki mutlak fikir tam olarak yeniden kendisine dönüşene kadar, tarihte kendini yeniden ham ve kaba biçimde geliştirir. Dolayısıyla, Hegel'e göre, doğada ve tarihte görünen diyalektik gelişme - yani, aşağıdan yukarıya doğru ilerleyen tüm zikzak hareketler ve geçici gerileme yoluyla kendini gösteren hareketin nedensel bağlantısı, kimsenin bunun nereden süregeldiğini bilmediği, ezelden beri var olan mutlak fikrin kendi kendine hareketinin yalnızca bir kopyasıdır, [Abklatsch] ama her halükarda bu mutlak fikir düşünen herhangi bir insan beyninden bağımsızdır. Bu ideolojik sapkınlık ortadan kaldırılmalıydı. Gerçek şeyleri mutlak fikrin şu ya da bu aşamasının görüntüleri olarak görmek yerine, onları gerçek şeylerin görüntüleri [Abbilder] olarak kabul ederek kafamızdaki düşüncelere yine materyalist bir bakış açısı getirdik. Böylece diyalektik, kendisini genel hareket yasalarının bilimine indirdi hem dış dünyanın hem de insan düşüncesinin - özünde özdeş olan iki yasa dizisi - ancak insan zihninin bunları bilinçli olarak uygulayabildiği ölçüde ifadeleri farklıdır. Doğada ve ayrıca bugüne kadar büyük ölçüde insanlık tarihinde, bu yasalar kendilerini bilinçsizce, dışsal zorunluluk biçiminde, görünüşte sonsuz bir rastlantı dizisinin ortasında öne sürerler.. Böylece fikirlerin diyalektiği, gerçek dünyanın diyalektik hareketinin yalnızca bilinçli bir yansıması haline geldi ve bu sayede Hegel'in diyalektiği tepetaklak edildi; daha doğrusu, başı üzerinde durmaya çalışıyorken ayakları üzerine kaldırıldı. Bunun sonucunda yıllardır en iyi çalışan aracımız ve en keskin silahımız olan bu materyalist diyalektik, dikkat çekici bir şekilde, sadece bizim tarafımızdan değil, bizden ve hatta Hegel'den bağımsız olarak, bir Alman işçisi olan Joseph Dietzgen tarafından keşfedildi. (2)

Ancak bu şekilde, Hegelci felsefenin devrimci yanı yeniden ele alındı ve aynı zamanda Hegel'in felsefesinin tutarlı bir şekilde yürümesini engelleyen idealist süslemelerden kurtarıldı. Dünyanın hali hazırda varolan şeylerin bir kompleksi olarak değil, şeylerin görünüşte sabit olduğu bir süreçler kompleksi olarak kavranması gerektiğine dair büyük temel düşünce, kafamızdaki imgeler kadar, fikirlerimizin de kesintisiz bir değişimden geçiyor olduğunu ortaya koyar. Oluşma ve yok olma, tüm rastlantısal görünse ve tüm geçici gerilemelere rağmen, sonunda ilerici bir gelişme olarak kendini gösterir - bu büyük temel düşünce, özellikle Hegel'in zamanından beri, sıradan bilince öylesine derinden nüfuz etmiştir ki artık hemen hemen hiç çelişmemektedir. Ancak bu temel düşünceyi kelimelerle kabul etmek ve bunu gerçekte ayrıntılı olarak her araştırma alanına uygulamak iki farklı şeydir. Bununla birlikte, araştırma her zaman bu bakış açısıyla ilerlerse, nihai çözümler ve ebedi hakikatler talebi kati olarak sona erer; kişi, edinilen tüm bilgilerin zorunlu sınırlılığının ve edinildiği koşullar tarafından şartlandırıldığı gerçeğinin her zaman bilincinde olacaktır. Öte yandan, insan artık, doğru ve yanlış, iyi ve kötü, özdeş ve farklı, zorunlu ve tesadüfi arasındaki, hala yaygın olan eski metafizik için aşılamaz olan zıtlıkların kendisine dayatılmasına izin vermez. Bu zıtlıkların yalnızca göreli bir geçerliliği olduğu bilinir; şimdi doğru olarak kabul edilenin, daha sonra kendini gösterecek olan yanlış yanı olduğu gibi, şimdi yanlış olarak kabul edilenin aynı zamanda daha önce doğru olarak kabul edilebilecek doğru yanı vardır.. Zorunlu olduğu ileri sürülen şeyin salt rastlantılardan oluştuğunu ve sözde rastlantısalın, zorunluluğun arkasına saklandığı biçim olduğunu bilmek - vb.

Hegel'in “metafizik” olarak adlandırdığı, şeyleri verili, sabit ve istikrarlı olarak araştırmayı tercih eden ve kalıntıları hâlâ insanların zihninde güçlü bir şekilde musallat olan eski araştırma ve düşünce yöntemi, ortaya çıktığı dönemde büyük bir tarihsel haklılığa sahipti. Süreçleri incelemek mümkün olmadan önce şeyleriı incelemek gerekiyordu. Kişi, geçirdiği değişiklikleri gözlemleyebilmek için önce o belirli bir şeyin ne olduğunu bilmek zorundaydı. Doğa biliminde de durum böyleydi. Şeyleri bitmiş nesneler olarak kabul eden eski metafizik, ölüleri ve canlıları bitmiş nesneler olarak araştıran bir doğa biliminden doğmuştur. Aslında, geçen yüzyılın sonuna kadar doğa bilimi ağırlıklı olarak bir toplayıcı bilim, bitmiş şeylerin bilimi iken, yüzyılımızda esasen sistematize edici bir bilimdir, süreçlerin, bunların kökeninin ve şeyleri ve tüm bu doğal süreçleri tek bir büyük bütüne bağlayan karşılıklı bağlantıların gelişiminin bilimidir. Bitki ve hayvan organizmalarında meydana gelen süreçleri inceleyen fizyoloji; bakterilerden erişkin hayvanlara kadar bireysel organizmaların gelişimi ile ilgilenen embriyoloji; Dünya yüzeyinin kademeli oluşumunu araştıran jeoloji - tüm bunlar yüzyılımızın bağrından yetişen çocuklardır.

Marksizmin Üç Kaynağı (alıntı)

Lenin tarafından

Marksizmin felsefesi materyalizmdir. Avrupa'nın yakın tarihi boyunca ve özellikle on sekizinci yüzyılın sonlarında, her tür ortaçağ çöpüne, kurumlarda ve fikirlerde serfliğe karşı keskin savaşın sahnesi olan Fransa'da, materyalizm tek tutarlı felsefe olduğunu doğa biliminin tüm öğretilerine sadıklığı ve batıl inançlara olan düşmanlığı vb. özellikleri ile kanıtlamıştır. Bu nedenle demokrasinin düşmanları, tüm enerjileriyle materyalizmi “yıkmaya”, altını oymaya ve karalamaya çalıştılar ve her zaman şu ya da bu şekilde dinin savunulmasına ve desteklenmesine yol açan çeşitli felsefi idealizm biçimlerini savundular.

Marx ve Engels, felsefi materyalizmi her zaman en kararlı biçimde savundular ve bu temelden her sapmanın derin hatasını defalarca açıkladılar. Onların görüşleri, tıpke her bilinçli işçi için başucu kitabı olan Komünist Manifesto’da olduğu gibi Engels’, “Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu” ve “Anti-Duhring” eserlerinde daha içten ve eksiksiz olarak açıklanmıştır.

Bununla birlikte, Marx, on sekizinci yüzyılın materyalist anlayışı ile yetinmedi, felsefeyi daha ileriye taşıdı. Onu, Klasik Alman felsefesinin başarılarıyla, özellikle de Feuerbach'ın materyalizmine yol açan Hegel'in sistemiyle zenginleştirdi. Bu engin başarılardan bazıları şunlardır: doktrinin tek taraflılıktan arındırılarak daha derin formu sayesinde tam potansiyeline ulaştırılması, aynı zamanda, bize sonsuz olarak gelişen maddenin bir yansımasını sağlayan insan bilgisinin göreliliğini ortaya koymasıdır. Eski ve çürümüş idealizme “yeni” dönen burjuva filozoflarının öğretilerine rağmen, doğa bilimlerinin en son keşifleri -radyum, elektronlar, elementlerin dönüşümü- Marx'ın diyalektik materyalizminin dikkate değer bir teyididir.

Marx, felsefi materyalizmi derinleştirip geliştirirken onu şu sonuca taşıdı; onun doğa algısını insan toplumunun algısına genişletti. Marx'ın tarihsel materyalizmi, bilimsel düşüncenin en büyük zaferini temsil ediyordu.

O zamana kadar tarih ve siyasete ilişkin görüşlerde hüküm süren kaos ve keyfilik, yerini, sosyal hayatın bir düzeninden başka daha yüksek düzene üretici güçler sayesinde nasıl geliştiğini - örneğin kapitalizmin serflikten nasıl geliştiğini - gösteren çarpıcı derecede tutarlı ve uyumlu bir bilimsel teori ile değiştirildi.

Nasıl ki insan bilgisi, ondan bağımsız olarak var olan doğayı (yani gelişen maddeyi) yansıtıyorsa, aynı şekilde insanın toplumsal bilgisi de (yani çeşitli görüşler ve doktrinler-felsefi, dini, siyasi vb.) toplumun ekonomik düzenini yansıtır. Siyasal kurumlar ekonomik temel üzerinden yükselen bir üst yapıdır. Örneğin, modern Avrupa devletlerinin çeşitli siyasi biçimlerinin, burjuvazinin proletarya üzerindeki egemenliğini güçlendirme amacına hizmet ettiğini görüyoruz.

Marx'ın felsefesi, insanlığa ve özellikle işçi sınıfına güçlü bir bilgi aracı sağlayan felsefi materyalizmi kendi içinde tamamlar.

Lenin'in Toplu Eserleri

Cilt 38, s359:

Diyalektik Sorunu Üzerine

Bir bütünün ikiye bölünmesi ve onun çelişkili parçalarının kavranması, diyalektiğin özüdür (en temel prensibi değilse bile karakteristik esaslarından biridir)). Hegel de meseleyi tam olarak böyle ifade ediyor.

Diyalektiğin içeriğinin bu yönünün doğruluğu bilim tarihi tarafından doğrulanmak zorundadır. Diyalektiğin bu yönüne genellikle (örneğin Plehanov tarafından) yeterince ilgi gösterilmemiştir; çelişkilerin özdeşliği örneklerin toplamı olarak alınmıştır. (“örneğin tohum”; “örneğin ilkel komünizm”). Aynısı Engels için de geçerlidir. Ama bu, “kitleselleştirme için gereklidir...” ve bir bilgi yasası (ve nesnel dünyanın yasası) olarak değildir.

Matematikte: + ve -, diferansiyel ve integral,

Mekanikte: etki ve tepki,

Fizikte: pozitif ve negatif elektrik,

Kimyada: atomların birleşimi ve ayrışması,

Sosyal bilimlerde: sınıf mücadelesi.

Çelişkilerin özdeşliği (belki de onların “birliklerini” söylemek daha isabetli olur, ancak burada özdeşlik ve birlik terimleri arasındaki fark özellikle önem arz etmemektedir. Bir bakıma ikisi de doğrudur.). doğanın tüm fenomen ve süreçlerinde (zihin ve toplum dahil) çelişkili, birbirini dışlayan, karşıt eğilimlerin tanınmasıdır (keşfidir) Evrenin tüm süreçlerini “kendi hareketleri ve kendi spontane gelişimleri içinde gerçek yaşamlarını tanımanın koşulu, bunları birer “çelişkilerin birliği” olarak kavramaktan geçer. Gelişme, çelişkilerin “mücadelesidir”. Gelişmenin veya evrimin iki temel (iki olası veya iki tarihsel olarak gözlemlenebilir) kavramı şunlardır; artış veya azalma (örneğin tekrar) olarak gelişme ve çelişkilerin birliği (bir olanın birbiriyle uyuşmayan iki karşıt parçaya ayrılması ve bunların arasında karşılıklı ilişkisi) olarak gelişme.

Hareketin ilk kavramsallaşmasında hareketin kendi kendini harekete geçirmesi, itici gücünün kaynağı, nedeni karanlıkta kalmaktadır (ya da bu neden dışsal kılınır - Tanrı, özne, vb.). İkinci kavramsallaştırmada esas dikkat, tam olarak “öz” hareketin kaynağının bilgisine yönlendirilir.

İlk kavramsallaştırma cansız, soluk ve çoraktır. İkincisi ise yaşam doludur. Yalnızca ikincisi, var olan her şeyin “kendi kendine hareketinin” anahtarını sağlar; “sıçramaların", “sürekliliğin kesintisinin", “tersine dönüşümün", eskinin yıkılmasının ve yeninin ortaya çıkmasının anahtarını yalnızca o sağlar.

Çelişkilerin birliği (çakışması, özdeşliği, eşdeğerliği) koşullara bağlıdır, geçicidir, geçişlidir, görelidir. Tıpkı gelişme ve hareketin mutlak olması gibi, birbirini dışlayan çelişkilerin mücadelesi de mutlaktır.

Not: Bu arada, öznelcilik (şüphecilik, sofizm, vb.) ile diyalektik arasındaki ayrım, (nesnel) diyalektikte göreli ve mutlak arasındaki farkın kendisinin göreli olmasıdır. Nesnel diyalektik için görelilik içinde bir mutlak vardır. Öznelcilik ve sofizm için göreli yalnızca görelidir ve mutlak olanı dışlar.

Marx, Kapital'inde önce burjuva (tüccar) toplumunun en basit, en sıradan ve temel, en yaygın ve gündelik ilişkisini, milyarlarca kez karşılaşılan bir ilişkiyi, yani meta mübadelesini (exchange of commodities) analiz eder. Bu çok basit olan olguda (burjuva toplumunun bu “hücresinde") analiz, modern toplumun tüm çelişkilerini (ya da tüm çelişkilerin tohumlarını) ortaya çıkarır. Sonraki açıklama bize bu çelişkilerin ve bu toplumun bireysel parçalarının toplamındaki gelişimini (hem büyüme hem de hareket) baştan aşağı gösterir.

Genel olarak diyalektiği açıklama (veya inceleme) yöntemi de bu olmalıdır (çünkü Marx için burjuva toplumunun diyalektiği yalnızca diyalektiğin özel bir durumudur). En basit, en sıradan, en alışıldık ve en yaygın olan herhangi bir önermeyle başlayalım; ağacın yaprakları yeşildir, John bir insandır, Duman bir köpektir, vesaire. Burada daha şimdiden (Hegel’in de son derece dahice belirttiği üzere) diyalektiği görüyoruz; tekil olan şey bütündür.

Sonuç olarak, çelişkiler (tekil bütünün karşıtıdır) özdeştir: tekilce yalnızca bütüne giden bağlantıda var olur. Bütün, yalnızca tekilde ve tekil aracılığıyla var olur. Her tekil (şu veya bu şekilde) bir bütündür. Her bütün bir tekildir (bir parçası, bir yönü veya özü). Her bütün, tüm tekil nesneleri yalnızca yaklaşık olarak kapsar. Her tekil, bütüne eksik bir şekilde girer, vb. Her tekil, diğer türden tekillerle (şeyler, olgular, süreçler) vb. binlerce geçişle bağlantılıdır. Burada zaten gereklilik, doğadaki nesnel bağlantı vb. unsurlara, çekirdeklere, kavramlara sahibiz. Burada zaten olumsal ve gerekli, olgu ve öz var; çünkü John bir insandır, Fido bir köpektir, bu bir ağacın yaprağıdır vb. dediğimizde, bir takım nitelikleri olumsal olarak göz ardı ederiz; özü görünüşten ayırırız ve birini diğerinin karşısında konumlandırırız.

Böylece, herhangi bir önermede, diyalektiğin tüm öğelerinin tohumlarını bir “çekirdek"te (hücre) olduğu gibi görünür kılabiliriz (ve bunu yapmak zorundayız) ve böylece diyalektiğin genel olarak tüm insan bilgisinin bir özelliği olduğunu gösterebiliriz.

Doğa bilimleri ise bize nesnel doğanın nesnel niteliklerini, tekilin bütüne ve rastlantının zorunluluğa dönüşmesi, çelişkilerin geçişlerini, çeşitlerini ve karşılıklı ilişkisini gösterir. Diyalektik, Marksizmin (ve tabii ki Hegel’in de) bilgi teorisidir: bu konuda diğer Marksistler gibi Plekhanov’un da dikkat etmediği “yön” de budur, aslında bu nokta konunun bir “yönü” değil esasıdır.

Bilgi hem Hegel tarafından (Hegel’in Mantık Bilimi kitabında) hem de doğa biliminin çağdaş epistemologu ve anlamadığı Hegelciliğin elektrik düşmanı Paul Volkmann tarafından bir daireler dizisi biçiminde sunulmaktadır.

Felsefede “daireler": [kişilerin kronolojisi için - gerekli mi? Hayır!]

Antik Çağ: Demokritos'tan Platon'a ve Herakleitos'un diyalektiğine.

Rönesans: Descartes’a karşı Gassendi (Spinoza?)

Modern Çağ: Holbach-Hegel (Berkeley, Hume, Kant üzerinden).

Hegel - Feuerbach - Marx

Yaşayan ve (sayısı sürekli artan yanlarıyla) çok katmanlı bir bilgi olarak diyalektikte gerçekliğe (her bir parçadan bütüne doğru büyüyen bir felsefi sistemle) yanaşmanın ve yaklaşmanın sonu gelmez yönü bulunur; işte temel bahtsızlığı, diyalektiği yansıma teorisine, sürece ve bilginin gelişmesine uygulayamamak olan “metafizik”, metafiziksel materyalizmle karşılaştırıldığında, materyalizmin zengin bir içeriğe sahip olduğu görülür..

Kaba, basit ve metafizik materyalizm açısından felsefi idealizm sadece bir saçmalıktır. Diğer taraftan diyalektik materyalizm açısından felsefi idealizm, bilginin önemsiz özelliklerinden, yönlerinden ve çehrelerinden arındırılmış halidir. Doğru. Ancak felsefi idealizm ("daha doğrusu” ve “ek olarak") insanın sonsuz karmaşık bilgisinin (diyalektik) gölgelerinden biri aracılığıyla ruhban gericiliğine giden bir yoldur.

İnsan bilgisi düz bir çizgi değildir (veya düz bir çizgiyi takip etmez), bir dizi daireye sonsuza kadar yaklaşan bir eğridir, bir spiraldir. Bu çizginin her kesiti, dilimi, parçası ise düz, bağımsız ve bir bütün halindeki tek bir çizgide indirgendiğinde, hele bir de ağaçların arkasındaki orman görünmediğinde insanı bataklığa, hâkim sınıfların çıkarlarıyla çıkarlarınının demirlendiği yere götürür. Doğrusallık ve tek yanlılık, katılık ve fosilleşme, öznelcilik ve öznel körlük - işte bunlar idealizmin epistemolojik kökleridir. Dinsel gericilik (= felsefi idealizm), elbette epistemolojik köklere sahiptir, temelsiz değildir; kuşkusuz kısır bir çiçektir, ama yaşayan, bereketli, hakiki, güçlü, her şeye kadir, nesnel, mutlak insan bilgisinin capcanlı ağacında yetişen kısır bir çiçektir.

Cilt 38, s. 221 - 222

Diyalektiğin Özeti

Lenin tarafından kaleme alınmıştır.

1) Kavramın kendi varlıksal dışında belirlenmesi [şey kendisi, ilişkileri ve gelişimi içinde düşünülmelidir];;

2) Varlığın kendisinin (kendisinin ötekisinin) çelişkili doğası, her fenomendeki çelişkili güçler ve eğilimler;

3) Analiz ve sentezin birlikteliği,

Bunlar diyalektiği oluşturan etmenlerdir..

Belki bu unsurlar daha ayrıntılı olarak şu şekilde sunulabilir:

1) Değerlendirmenin nesnelliği (örnekler değil, farklılıklar değil, varlığın kendinde içkin olması)..

2) Bir şeyin başka bir şey ile olan çeşitli ilişkilerinin bütünlüğü.

3) Bir şeyin gelişimi (sıralı, fenomen), kendi hareketi, kendi yaşamı.

4) Bir şeydeki içsel olarak beliren çelişkili eğilimler (ve taraflar).

5) Karşıtların toplamı ve birliği olarak beliren şey (fenomen, vb.).

6) Mücadele, bu zıtlıkların sırayla çözülüşü, çelişkilerin mücadelesi

7) Analiz ve sentezin birliği - ayrı parçaların ve bütünlüğün parçalanması, bu parçaların toplamı.

8) Her şeyin (fenomen, vb.) ilişkileri yalnızca çok yönlü değil, aynı zamanda genel, evrenseldir. Her şey (olgu vb.) birbiriyle bağlantılıdır.

9) Sadece karşıtların birliği değil, her belirlenimin, niteliğin, özelliğin, tarafın, diğerine geçişleri [karşıtına?].

10) Yeni tarafların, ilişkilerin vb. keşfinin sonsuz süreci.

11) İnsanın şeyler, fenomenler, süreçler vb. hakkındaki bilgisinin görünüşten öze ve daha az derinden daha derin öze doğru sonsuz bir derinleşmesi süreci.

12) Birlikte-varoluştan nedenselliğe ve bir bağlantı biçiminden ve karşılıklı bağımlılıktan diğerine, daha derin, daha genel bir biçime…

13) Belirli özelliklerin, niteliklerin vb. daha yüksek bir aşamada ya da alt aşamada tekrarı.

14) Eskiye görünürde dönüş (olumsuzlamanın olumsuzlanması).

15) İçeriğin biçimle ve tersine mücadelesi. Biçimin atılması, içeriğin dönüşümü.

16) Niceliğin niteliğe geçişi ve bunun tersi (15, 16 ve 19’un örnekleridir)

Kısaca diyalektik, karşıtların birliği doktrini olarak tanımlanabilir. Bu, diyalektiğin özünü somutlaştırır, ancak açıklama ve geliştirme gerektirir.

Diyalektik Materyalizm Üzerine Sorular

1) İşçi sınıfı neden bir felsefeye ihtiyaç duyar?

2) “Sağduyusal muhakeme” bir felsefe midir?

3) Materyalizm nedir?

4) İdealizm nedir?

5) Darwin'in evrim teorisi eksiksiz midir?

6) Metafizik ile ne kastedilmektedir?

7) Diyalektiği nasıl tanımlarsınız?

8) Eski materyalist anlayışın sınırlamaları nelerdir?

9) Formel mantık nedir?

10) Yarım kilo şeker, bir kilo şekere eşit midir?

11) İşçiler neden bazen kendi yaşam standartlarına ve koşullarına yönelik büyük saldırıları kabulleniyor ama sonra bir çay molası, çamaşır yıkama sırası veya başka bir “küçük” olay için grev yapıyor?

12) Tarih tekerrür mü ediyor?

13) Birinci Dünya Savaşı, Saraybosna'da bir Veliaht Prens'in öldürülmesinden mi kaynaklandı? Tarihte tesadüfün rolü nedir?

14) Belirli bir yerde ve aynı anda başka bir yerde olabilir misiniz?

15) Hegel'in felsefeye büyük katkısı neydi?

16) Marx ve Engels'in felsefeye katkısı nedir?

17) Doğanın diyalektiğin bir kanıtı olduğu hangi açılardan söylenebilir?

18) Geleceği anlamakta diyalektik materyalizmin önemi nedir?

19) Evren ne zaman başladı?

20) Marksistler neden deterministtir?

Önerilen Okuma Listesi

Felsefenin Sefaleti, Marx

1844 El Yazmaları, Marx

Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin sonu, Engels

Alman İdeolojisi , Marx ve Engels

Anti-Duhring, Engels

Doğanın Diyalektiği, Engels

Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Engels

Materyalizm ve Ampirio-Eleştiri , Lenin

Felsefe Defterleri , Lenin

Marx ve Engels Üzerine, Lenin

Marksizmin Üç Kaynağı , Lenin

Marksist Mantığa Giriş, Novack

Aklın İsyanı & Marksist Felsefe ve Modern Bilim, Woods & Grant

Marksizmin Temel Sorunları, Plehanov

Monist Tarih Görüşünün Gelişimi, Plehanov

Marksizmi Savunurken, Trotsky

Radyo, Bilim, Teknoloji ve Toplum, Trotsky

Marksist literatürü kitap evimiz Wellred Books'tan çevrimiçi olarak satın alabilirsiniz.